Archive for Eylül 2013

Gençlerbirliği 0 - 1 Fenerbahçe | Pozisyon Vermeden

Fenerbahçe'nin şampiyonlukları Ankara'dan geçer. 2000 sonrasına baktığımı not ederek belirteyim; Gençlerbirliği'ni Ankara'da yendiğimiz sezonlar şampiyon olmuşuz. Sadece 2008 yılı var, onda da çok iyi oynayıp Şampiyonlar Ligi ağırlığı ve Kezman'ın penaltı kaprisiyle şampiyonluğu kaybetmiştik. Yenemediğimiz sezonlar ise şampiyonluğumuz yok. En son geçen sezon yarışından koptuğumuz deplasman olmuştu. Ankara deplasmanı eşittir şampiyonluk yolu. Yen ve dön, bu kadar basit.

Şu ilkel yabancı kontenjanı yüzünden hep dengesiz kadro içerisinde en dengeliyi seçmeye çalışıyor Ersun hoca. Yine kazanan kadroyu bozmak istemedi. Sadece defansif önlemleri arttırdı. Gençlerbirliği de kötü olmayan kadrosuna rağmen lige iyi başlayamadı. Metin Diyadin hocayı severim, futbolculuğuna doyamadık; hocalıkta başarılı olsun. Hatta ligde Bülent Uygun ile beraber sevdiğim iki Anadolu hocasından biri. Gençlerbirliği bu sezon beni şaşırtarak başladı. Gosso, Stancu, Petrovic, Tomic, Tosic gibi iyi yabancılara sahipler. Metin Hoca ile yaptıkları başlangıcın beklenti altında olduğunu kabul ediyorum. Öte yandan dersine iyi çalışmış bir Ersun Yanal vardı. Ersun hoca defansif tüm önlemleri almış ve rakibin formsuz hücum hattına karşı oldukça sağlam bir savunma anlayışının yanında, sabırlı ve kontrollü hücum eden bir Fenerbahçe sahaya sürmüştü. İlk yarıda istekli, bir o kadar da tedbirli ve sabırlı bir Fenerbahçe izledik. Bulunan birkaç net pozisyondan sonuç alamadık.

İkinci yarıda kontrolün yanına gol de eklemeliydik. İyi hücum edemeyen rakip karşısında beklenen gol Egemen'in yarattığı karambolde Kuyt'tan geldi. Mücadeleci futbolunun yanında gol krallığında da iddialı olan "Working Class Hero", Fenerbahçe'yi sırtlamaya devam ediyor. Ersun Yanal, Emenike'yi kontraatak şansının arttırdığı daha erken bir dakikada oyuna alsaydı, son 10 dakikada bulduğumuz dünyanın pozisyonunu daha uzun bir süre bulma şansına sahip olacaktık. Neticede pozisyon vermeden alınan galibiyet bal kaymak oldu ve gelecek adına da ümit vermeye devam etti. Fenerbahçe'nin galibiyeti sonrası ortaya çıkan "Hakemciler" olduğuna göre, Fenerbahçe korku salmaya başlamıştır. Hepsinden öte, şampiyonluk yolunun geçtiği Ankara'dan alınan 3 puan önemlidir. Başkanı hakemlere ve federasyona saldırırken, sessizliğini koruyan ve sadece futbol konuşan Metin Diyadin hocama da teşekkür ederim. Türkiye sadece futbol konuşan adamları çok özledi.
30 Eylül 2013 Pazartesi
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Tottenham 1 - 1 Chelsea | Yine Olmadı

Manchester takımları beklentileri karşılamayınca, zirve yürüyüşünü 3 Londra ekibi yapıyor. Arsenal, Tottenham ve Chelsea'nin zirve yürüyüşünde dün önemli bir derbi daha vardı. Tottenham, şansının bir türlü tutmadığı Chelsea'yi ağırladı. Premier Lig istatistiklerinde Chelsea'nin ezici bir üstünlüğü var. Tottenham, bugüne kadar EPL'de Chelsea'yi sadece 3 kez yenebilmiş. Son galibiyet 17 Nisan 2010'da Defoe ve Bale'in golleriyle gelmiş. 1992-2006 arası Tottenham hiç galibiyeti yok.

Düne dair en merak edilen şeylerden biri Mourinho-Villas Boas kapışmasıydı. İki eski dost maça oldukça soğuk bir el sıkışmasıyla başladı. Villas-Boas, misafiri Mourinho'nun yanına gitti, buna karşılık Mou soğuk bir şekilde yarım yamalak ayağa kalkarak ve Boas'ın yüzüne bakmayarak selam verdi. Mourinho'dan son 2 senede gerçekten soğudum. Dün Mata'ya muhtaç kalması ve Mata'nın golü attırması güzel bir mesaj oldu Portekizli'ye. Tottenham'da haftaiçi kupada oynanan maçtan sonra, Defoe ve Holtby'nin 11 başlayıp başlamayacağı merak ediliyordu. Villas-Boas kadroyu bozmamayı tercih etti ve Sigurdsson, Eriksen, Townsend, Soldado ileri dörtlüsüyle başladı. Spurs'ün maça oldukça baskın başladığı ve rakibe nefes aldırmadığını belirtelim. Bu baskın futbolun sonucunda 19. dakikada Sigurdsson'ın golü geldi. Eriksen yine golü getiren adamdı. Sigurdsson ise yükselen performansını derbide de devam ettirdi. İlk yarının son 10 dakikasına kadar üstünlüğü elden bırakmayan Spurs, son 10 dakikalık bölümde ipleri rakibinin eline verdi.

İkinci yarıda Mourinho egolarını bir kenara bırakarak, Mata'yı oyuna almak zorunda kaldı. Zaten Ramires'in sağ kanatta oynaması acayip bir şey. Bu değişiklikle Ramires orta sahaya geçerken; Mata, Oscar, Hazard ve önlerinde Torres ile gol aramaya başladı Maviler. Maçın kırılma anlarından biri; Paulinho'nun karşı karşıya çaprazdan kaçırdığı o pozisyon. O pozisyonun golle sonuçlanması maçı bitirebilirdi, olmadı. İkinci yarının akılda kalanlarından biri de Torres ile Vertonghen arasında dalaşmanın sonucunda Torres'in oyundan atılması. Chelsea'nin hücumlarından doğan boşluklarda Tottenham kontraatak sayısını arttırınca, Villas-Boas Nacer Chadli'yi oyuna aldı. Oysa Townsend kötü oynamıyordu, üstelik yerine Holtby tercihi daha isabetli olurdu. Bu değişikliğin üzerinden çok geçmeden Chelsea'nin ofsayt kokan beraberlik golü geldi. Bu duran topa yapılan savunma da oldukça kötüydü, Terry'ye dokunmak kaldı. Son bölümlerde Tottenham baskıyı arttırsa da; Defoe ve Holtby'nin de oyuna girmesine rağmen galibiyet golü gelmedi. Tottenham, Chelsea'yi yine yenemedi. Ezeli rakip karşısındaki galibiyet hasreti 8 resmi maça çıktı. Tottenham bu sezon ikinci kez gol yedi. Daha önceki maçlarında sadece Arsenal'dan gol yemişlerdi.

29 Eylül 2013 Pazar
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Lazio 3 - 1 Catania | Serie A 5.Hafta

Lazio - Catania maçını izleyemedim. Açık kanaldan yayınlanan Chievo - Juventus maçını izleyebildim. Linkten maç izlemek zulüm bilirsiniz.

Lazio için 5 haftalık sezon başlangıcının özeti : kendinden güçlü takımlara yeniliyor, kendinden güçsüz takımları yeniyor. Geçen senelerde hep eleştirdiğim bir noktaydı. Juventus'tan, Milan'dan puan alıp; ertesi hafta Chievo'ya yenilebiliyorlardı. Bu sezon ise tam tersi bir başlangıç söz konusu. Haftasonu Sassuolo karşısında da aynı devam edebilecekler mi merak ediyorum. Sassuolo'nun Napoli'den aldığı puanla morali yerine geldi ve en azından iç sahadaki maçlarda kazanmak için oynamak zorundalar.

Lazio'da yeni transfer Brayan Perea da 70'de oyuna dahil olmuş. Ederson'un karambol goldeki fırsatçılığı ve zekası, Lulic'in Ronaldo'nun 2002'de Türkiye'ye attığı gibi sağ ayakla yaptığı pisburun ve Hernanes'in tipik gollerinden birini atması maçın önemli anları olmuş. Lazio'nun yediği gol yine savunma hatası. Serie A'da Inter çok da büyük olmayan kadrosuyla büyük oynamaya devam ediyor. Mazzarri büyük hoca. Gecenin akılda kalan bir detayı da Milan karşısında Bologna'nın 3-1'i koruyamaması ve Diego Laxalt'ın performansı.

Lazio : Marchetti, Cavanda, Ciani, Cana, Pereirinha, Ledesma, Onazi, Candreva (89' Gonzalez), Ederson (76' Hernanes), Lulic, Floccari (70' Perea)

Catania : Andujar, Alvarez, Bellusci, Spolli, Biraghi, Almiron (76' Tachtsidis), Guarente (58' Boateng), Plasil, Barrientos, Monzon, Petkovic (58' Leto)

Sarı Kartlar : Cana, Bellusci, Onazi, Barrientos, Alvarez

Kırmızı Kart : 60' Bellusci

Goller : 4' Ederson, 6' Barrientos, 39' Lulic, 90' Hernanes
27 Eylül 2013 Cuma
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Aston Villa 0 - 4 Tottenham | Holtby'nin Gecesi

Kupa maçlarını pek sevmiyorum. Çeyrek Final'den sonra belki biraz... Yarı finalden sonra epey. Finalleri elbette seviyorum. Alt liglerden gelen bir takım ilerledikçe acayip keyifli oluyor ama o da her zaman olan bir şey değil. Bunca Premier Lig takımına da alt lig ekibi rakip olmuşken, Tottenham'a Aston Villa çıkması ve bu maçın Chelsea maçı öncesi oynanmasını şanssızlık görüyordum. Tottenham beklentilerin çok üstüne çıkınca keyif vermeye başladı.

Aston Villa yedek ağırlıklı bir kadroyla sahadaydı. Keza Tottenham da öyle.. Ancak iki takımın yedekleri arasında kalite farkı çok büyük. Tottenham dün 4-4-2'ye yakın bir dizilişle sahadaydı. Harry Kane ve Defoe forvet ikilisiydi. Aston Villa'da merak ettiğim Bacuna ve Kozak'ın performansıydı ancak maçı naklen takip edemedim. İlk yarının tek golü 45'te Defoe'dan geldi. Holtby'nin gol ortası mükemmelken, tıfıl Defoe'nin yükselişi ve kafa vuruşu da asiste yakışır şekildeydi. Defoe inanılmaz golcü. Sürekli kendini hazır tutması ve her oynadığında gol atması takdire şâyan... İkinci yarının başında bu kez kornerde Holtby ortaladı, ön direkte Paulinho tamamladı. Üçüncü golde Defoe & Chadli iş birliği vardı. Golleriyle ön planda olan Defoe, bu kez 10 numara ara pası verdi ve Chadli'ye yeni takımında gol siftahı yapma fırsatını altın tepside sundu. Dördüncü golde ise; Holtby rakibin atağını kesip, önce topu çaldı; sonra Defoe'ye asist yaptı. Holtby, geldiği günden beri en iyi maçını çıkardı. 3 asist yaptı; ki bunlardan 2si mükemmel asistlerdi.

Tottenham, Lig Kupası 3.turunu nispeten zor bir rakibe karşı oynamasına rağmen rahat geçti.

Aston Villa : Steer, Baker, Bennett, Vlaar, Lowton, Bacuna, Sylla, Albrighton, El Ahmadi (46' Bowery), Tonev (82' Robinson), Kozak (46' Helenius)

Tottenham : Friedel, Walker (80' Dawson), Chiricheş, Vertonghen, Fryers, Lamela, Paulinho (64' Dembele), Sandro, Holtby, Kane (73' Chadli), Defoe

Gecenin en akılda kalan olayı ise; Vertonghen'in gole giden Helenius'un şortunu indirdiği ân oldu. Tottenham'da yeni transferlerden Chiricheş ve geçen Ocak'ta Manchester United'dan alınan genç Zeki Fryers ilk kez forma giydi.
25 Eylül 2013 Çarşamba
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Fotoğraflarla Haftasonu #11

Hafta ortasına geldik ama fotoğrafları anca toparlayabildim. Zabaleta ve Agüero aşkıyla da perdeyi açıyorum. Manchester derbisi öncesi el ele tutuşan, formalarında Zabaleta ve Agüero yazan çiftin görüntüsü oldukça ilginç...

Verona karşısında ilk yarının uzatma dakikalarında attığı golden sonra Fernando Llorente... İspanyol golcününü Serie A'daki ilk golü oldu. Devamı elbette ki gelecek.

Geçtiğimiz haftasonunun en çok santra yapan, en pahalı üçlüsü... Ahahaha, ulan ne çok santra yaptınız be.

Geçen haftanın en güzel fotoğrafı... Müthiş fotoğraf. Cardiff - Tottenham maçında çekilmiş. Küçük bir taraftar maçı stadın çıkış kapısındaki delikten izlemeye çalışıyor. İngiltere'de aşk 8 harfli; FOOTBALL :)

"Efendim, adam atıyor durduramıyoruz." Michu büyük topçu.

Palermo teknik direktörü Gennaro Gattuso. Reis futbolculuğunda olduğu gibi teknik direktörlüğünde de karizma saçıyor.

Adamım Paolo Di Canio'nun Sunderland macerası kısa sürdü. Geçen sezon takımı ligde tutan, transfer döneminde dünyanın transferini yapan İtalyan menajer, Sunderland'in başında son maçına çıktı. 5 maçta 1 puan toplayabilen ve ligin dibine demir atan Di Canio'nun görevine son verildi.

Ama çok özledik be...

Federico Balzaretti, Roma derbisinde Lazio'ya attığı golden sonra gözyaşlarını tutamadı.

Parma kalecisi Antonio Mirante ve müthiş kaleci forması... Çok beğendim, öyle böyle değil.

Underrated'in İtalyancası... Alessandro Diamanti, büyük reis.
Yazan: steven_stiffler
Kategori :

Cardiff 0 - 1 Tottenham | Paulinho Ayıp Etti

Aynı saatte Manchester derbisi olmasına rağmen ben Cardiff-Tottenham izlemeyi tercih ettim. Cardiff yıllardır lige renk katacağını düşündüğüm bir ekipti. Geçen sezon logo ve renk değiştirdiler ve hep ucu ucuna kaçırdıkları lig yükselişini gerçekleştirdiler. Renk değiştirdikleri günden beri soğuğum Cardiff'e karşı, kırmızı sevmem malum...

Aklım hâla Caulker'ın Cardiff'e satılmasında. Yahu taş gibi stoperi verdiler, Chiricheş'i aldılar. Cardiff de ilk sezon ligde kalma hedefine orantılı bir şekilde taş gibi takım kurdu. Sadece forvet konusunda bir yetersizlikleri olduğunu düşünüyorum. Fraizer Campbell 2 golle başlangıç yapsa da, yine de yetersiz ve yetersizliğini Tottenham karşısında bir kez daha kanıtladı. Maçın henüz başında karşı karşıya atamadığı pozisyon Cardiff için heves kırıcıydı. Tabi pozisyonu Campbell'a mâl etmeyelim, Lloris'in önce sezgisi, sonra kurtarışı çok başarılıydı. Yine de Fraizer Campbell iyi bir rotasyon golcüsüdür. Haa bir de 2 Broke Girls izliyormuş, severim. İlk yarıda Campbell'ın pozisyonundan sonra Tottenham kontrolü ele aldı. Zaten o pozisyon da savunma hatasıydı. Tottenham'da Soldado, Eriksson, Sigurdsson oldukça etkiliydiler. Townsend bu kez beklentilerimin altında kaldı. İlk yarının başarılı isimleri Cardiff savunmacılarından Ben Turner ve kaleci David Marshall'dı. İkinci yarıda Cardiff oyunu dengelemeye çalışsa da, özellikle son bölümde Tottenham hakimiyeti ele aldı. Mackay, Campbell yerine Odemwingie kozunu sahaya sürerken; 70'den sonra galibiyet için tüm kozlarını oynayan Villas Boas; Lamela, Holtby ve Harry Kane'i oyuna aldı. Cardiff kalecisi David Marshall maç boyunca mükemmel bir performans sergiledi. İzlediğim en iyi kaleci performanslarından biriydi, ofsayt pozisyonlarda bile vurulan topları kurtardı. 90+1'de kurtardığı pozisyondan sonra derin bir oh çekse de; 90+3'te gelecek Paulinho golünü hesaba katmadı. Lamela'nın asistinde Paulinho'nun estetik bir vuruşla attığı gol futbol için harika olsa da, maçın yıldızı Marshall için oldukça rencide edici bir an oldu. Paulinho attığı golle Tottenham'da yüzleri güldürürken, zirvede 12şer puanla iki ezeli rakip yer aldı. Arsenal ve Tottenham...

Tottenham istatistikleriyle yine göz kamaştırdı. Haftasonu Chelsea'yi de yenmelerini bekliyorum.
24 Eylül 2013 Salı
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Şimdiki Çocuklar Şanssız

Kimlerden mahrum kaldınız be 1990'ların ikinci yarısından sonra doğanlar. Hele 2000lilerin Ronaldinho'nun en iyi zamanlarından mahrum kalması insanlık ayıbı. Ronaldinho öncesi ise çok daha başka, çok daha efsane. Fotoğraf arşivimde gezinirken birbirinden büyük reisleri buldum. Andreas Möller bunlardan birisi. Ben çok severdim. Benim için Almanya demek; Andreas Möller, Oliver Bierhoff, Michael Tarnat'tır. Kalecilerin hası Andreas Köpke'dir. Zaten Borussia Dortmundluluk bizde aileden gelir.

İsmail Abi'den gelen Borussia Dortmundluluğumuz bir yana, o dönem Dortmund'un Galatasaray'la karşılaşmışlığı ve haliyle Möller'i hafızamıza kazımışlığımız vardır. Star Tv'nin mavi logolu olduğu zamanlar, heeeey gidi... 98 Dünya Kupası benim hayatımda çok önemli bir yere sahiptir. Odamda 37 ekran televizyonumda tüm maçları izlemiş bir çocuktum. Nijeryasından Güney Afrika'sına, Pierre Issa'sından Karim Bagheri'sine pek çok oyuncu hafızamdadır. Andreas Möller ise bu isimlerin arasında özel bir yere sahiptir. Nasıl oynadığını anlatamam, ne oynardı tarif edemem belki ama soran olursa efsanedir derim. Dortmund taraftarlarının gözünde de böyleyken, kariyerinin sonunda Schalke'de oynaması bitirmiştir Möller'i... Yine de o benim gözümde Andreas Möller'dir. Candır.

Kalede Köpke bambaşkaydı. Oliver Kahn da efsane kaleci ama benim gözümde her zaman Köpke'nin yedeği olmuştur. Jürgen Klinsmann ise benim için Almanya'dan da fazlasıdır.

Panama'nın yerini sorsalar, Dely Valdes'in fotoğrafını bulur gösteririm. Benim için Panama = Julio Cesar Dely Valdes. Paris Saint Germain'de gösterdiği performansla İspanya'nın yolunu tutmuştu. Orada Oviedo'da oynadı. Böyle bir takım var evet. Asıl aklımda kalan yılları ise Malaga'da geçirdiği yıllar. Forvetteki partneri Dario Silva ile mükemmel bir ikili olmuşlardı. Farklı ismiyle zaten hemen dikkat çeken Dely Valdes şimdi Panama'nın teknik direktörü olarak futbol yaşantısına devam ediyormuş. Hiç büyük turnuvada izleyemedim belki ama iri görüntüsüne rağmen son derece estetik goller atması ve sempatik gelen ismiyle kalbimde yer edinmiştir. Partneri Dario Silva'nın futbol ile olan kaderi Dely Valdes'inki kadar sürmedi. Dario Silva'nın geçirdiği bir trafik kazasından sonra bacağı kesilmiş, kısa bir süre protez bacakla futbol oynamaya devam ederek çok büyük reis olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı.

Borussia Dortmund'u genlerle bağdaştırarak yanlış yaptığımı farkettim. Söz konusu Lazio olduğunda, elbette o yıllarda gördüğüm bana göre en büyük futbolcuları genlerimle bağdaştıracaktım. Diego Simeone bunlardan birisi olacaktı. Bugün Atletico Madrid'de başarılı bir kariyer sürdüren Arjantinli, benim için Veron ve Almeyda'yla birlikte orta sahanın tanımıdır. Sağ içli, sol içli 90larda; 2010lu yılların futbolunu oynayan adamlardır. Simeone'nin psikopat yanı ise kendisini daha fazla sevme sebebi olmuştur. Kendisinin futbolculuğuna doyamadım ama teknik direktörlüğüyle kendisine hayran bıraktırmaya devam ediyor.

Bu seriye daha sonra devam edeceğim, şimdilik bitiriyorum. 90lı yılların futbolcuları da en az dizileri, çikolata ve cipsleri, müzikleri kadar güzeldi.
Yazan: steven_stiffler
Kategori :

Roma 2 - 0 Lazio | Sıkıcı Derbi

Roma derbilerini çocukluğumdan beri severim. Kartlar, tekmeler, kemik sesleri bile keyif verir. Lazio'nun son 5 maçtır yenilmemesi de benim için başka bir keyifti. Bu derbinin bu sezon için bir güzelliği de; ligin en güzel formayı giyen iki takımının karşılaşmasıydı. Roma'nın bu sezonki formalarını çok beğendim, özellikle reklamsız giyildiğinde müthiş gözüküyor. Lazio'nun her sezon formaları güzel oluyor zaten. Bir tane Away sipariş verdim bu arada, yakında geliyor.

Öncelikle iki köklü İtalyan kulübünü bu denli forvetsiz görmek beni üzüyor. Lazio'da Floccari'nin formu her zaman inişli çıkışlı. Klose de gerçekten yaşlandı. Dün dokunup atacağı pozisyonu gol yapamadı. Klose elbette büyük golcü ama 'bu sezon' devamlılığı yok, her zaman oyunun içinde değil. Roma ise bildiğin forvetsiz sistemle oynuyor. Caprari ve Borriello yedek kulübesinde, Ljajic desen asla bir 9 numara değil. Bu forvetsizliğe bir de Totti'nin saha içi özgürlüğü ekleniyor. Bu özgürlükten bahsetmişken maçtan bağımsız bir eleştiri... TRT Spor'da bu maçı izleyebilmek çok güzel, öncelikle bunun için teşekkürler. Ancak spikerin inanılmaz maç anlatışı beni maçtan soğuttu. Zaten az pozisyonla geçen derbiyi iyice çekilmez yaptı. Spikerin aşırı Totti ve Roma hayranlığı bir yana, oyuncu ismi telaffuzları da berbattı. Ciani'ye maç boyu Çani, Leandro Castan'a 45 dakika Lucas Castan dedi. "Totti ne isterse onu yapıyor, o ne derse o" anlatımları çok sıktı. Hernanes için de "adam geçemez, tek yapabildiği kaleye yüzünü dönüp şut çekmek. Kaleye yüzünü dönemezse çok etkisiz bir futbolcu" şeklinde talihsiz görüşler bildirdi. Maç boyunca Strootman'ın etkisiz oyununa taktı. Tuhaf ve sıkıcı bir maç anlatımıydı. Maç başından beri kırmızı kart beklediği için Andre Dias'ın kırmızı kartında büyük coşku yaşadı.

Roma bu sezon Rudi Garcia ile birlikte güzel takım olmuş. Sistemleri garip olsa da, kanatlardan çok etkili geliyorlar. Gervinho'da biraz beyin olsa çok can yakar. Florenzi de öyle. İkisini bir arada arasan bulamazsın, IQ terk müthiş ikili. Yalnız arkalarında oynayan bekler müthiş. Hem Maicon, hem Balzaretti bindiriyor, bindirirken yoruyor. Lazio bu bindirmelerde Radu'nun eksikliğini hissetti. İlk yarıda daha derli toplu oynayan Lazio'ydu. Çok pozisyon bulamadılar ama topun kontrolünü de bırakmadılar. Candreva oldukça istekliydi. Ciani'nin savunmadaki müdahaleleri kusursuzdu. İkinci yarıya Roma daha istekli başladı. Florenzi'nin çıkması, Ljajic'in girmesiyle ibre Roma'ya döndü. Adem Ljajic çok etkili bir oyun ortaya koydu. Lazio ne yaptığını bilmeyen bir takım görüntüsüne büründü. Gol bağıra bağıra geldi. Balzaretti attığı gol sonrası gözyaşlarını tutamadı. Roma'da en sevdiğim adam Balzaretti; müthiş sol bek, ayaklı karizma. Andre Dias'ın oyuna girer girmez gördüğü kırmızı kart bana göre ağır bir karardı. Müdahale vardı ama son adam kuralından değerlendirilmesi çok makul gelmedi bana... Savunma oyuncusu vardı yakınında. Haa bu kırmızı kartsa, geçen hafta Emenike'nin Kasımpaşa maçında aynı pozisyonuna kırmızı kart gelmediğini söylerim.

Penaltıyı hakeden Adem Ljajic'in topu rica üzerine istemesi ve golü atarak maçı bitirmesi maçın akılda kalan anlarındandı. Lazio'da Ciani tam Serie A stoperi, Marchetti ise büyük kaleci. Gonzalez çok kötü oynadı. Cana da artık stoper olmasın lütfen... Novaretti oynasın. Roma aylar sonra liderlik koltuğuna oturdu. Lazio 6 puanla orta sıralarda yer buldu. Roma için YES TOTTI,YES PARTY zamanı...

Roma : De Sanctis, Maicon, Castan, Benatia, Balzaretti, De Rossi, Strootman, Pjanic (84' Taddei), Florenzi (51' Ljajic), Gervinho, Totti (90+1' Borriello)

Lazio : Marchetti, Cavanda (70' Floccari), Cana, Ciani (78' Dias), Konko, Ledesma, Candreva, Gonzalez, Hernanes (78' Ederson), Lulic, Klose

Sarı Kartlar : De Rossi, Florenzi, Lulic, Maicon, Cavanda, Cana, Strootman

Kırmızı Kart : 81' Andre Dias

Goller : 63' Balzaretti, 90' Adem Ljajic (penaltı)
23 Eylül 2013 Pazartesi
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Fenerbahçe 4 - 0 Elazığspor | Özgüven

Geçen hafta Kasımpaşa galibiyeti için ekstra demiştim. O ekstra galibiyetten sonra en güzel senaryo; Elazığ'ı yenip, ertesi gün oynanacak Beşiktaş - Galatasaray derbisini göbeğimizi kaşıya kaşıya izlemekti. Yabancı kontenjanı ve tribüne oyuncu gönderme ilkelliğinin kurbanı bu kez Emenike ve Holmen olurken; Sow'un dönüşü sevindirdi, Cristian'ın dönüşü ise heves kaçırdı.

Elazığspor'u küçümsemek için söylemiyorum. Zaten bu sezon oldukça iyi başladılar. Ancak kadroları yine de yetersiz. Hocaları ise çok iyi. Ben her zaman Anadolu takımlarının yabancı hocalar getirmesini istiyorum. Döngü hep aynı dönüyor, dönmesin. Türk teknik direktörler ekmek yemesin demiyorum. Futbolcuya bir şey katmıyorlar sadece... Yabancı hocalar daha farklı. Sollied, başarılarla dolu bir kariyere sahip. Elazığ'a getirilmesi bile başarı. Bir de Türk futbolu hakkında bilgi sahibi olmaması bence avantajı. Hiç polemiksiz, kavgasız, gürültüsüz kendi işini yapıyor. Türkiye'deki sistemin çok dışında bir hoca. Dün akşam Fenerbahçe karşısına puan almak için çıktı. Bu 1 puan da değildi, bildiğin ofansif ve 3 puan hedefleyen bir Elazığspor vardı. Sow'un erken golü Fenerbahçe'nin rüzgarı da arkasına almasını sağladı. Bu dakikadan sonra oyunda fark çok açıldı. Fenerbahçe sahanın tek hakimi oldu. Elazığspor kadrosunda yeterli sayılabilecek oyuncular var. Serdar Gürler de Anadolu takımlarından alınabilecek 3-5 oyuncudan birisi bence. Tidiane Sane de kalburüstü. Ancak Pape Sow çok vasat bir oyuncu. Hocası da oyundan aldı zaten. Geçen sezon 4 Panathinaikos maçı izledim, gerçekten çok düz oyuncu. Fenerbahçe karşısında oynatılacak oyuncu hiç değil. Elazığspor'un önde oynaması elbette Kadıköy'de intihar. Ne kadar hızlı diyebileceğimiz oyuncularımız olmasa da, elimizdeki oyuncular da boşlukları değerlendirebilir. Gökhan'ın müthiş pasında Kuyt değerlendirdi mesela... Aynı pası geçen sezon Orhan Şam, Sow'a atmıştı. Sow gol yapmıştı.

2-0'dan sonra önce biraz rölanti oynadık, son 7-8 dakikalık bölümde ise kontrolü kaybettik. Devre arası biraz takımı toparladı. Bu arada çok ilginç bir sistem oynuyoruz. Savunmadayken 4-5-1'e dönüyoruz. Hücumdayken 3-6-1, 3-5-2, 3-4-3'leri görüyoruz. İtirazım yok elbette, alışık olmadığım bir durum ama çok da önemli değil. Neticede hepimiz değişikliği arzuluyoruz. Hocayı tebrik etmek istiyorum bu yüzden. Sow'un golden sonra Ersun Yanal'a koşması da gecenin en anlamlı hareketi oldu. İkinci yarıda toparlandık ve Sow'un şovunu yapmasını izledik. Maç sonunda herkesin yüzleri gülüyordu ve en önemlisi de buydu. Fenerbahçe kazandıkça özgüvenini de buluyor. Bireysel performanslarda Moussa Sow'un yanı sıra, Caner Erkin yine parladı. Geçen haftanın kahramanı Webo ise dün akşam etkisizdi. Alper'in asisti de Alex'i hatırlattı.

Dün akşamki Elazığspor maçıyla birlikte aklıma 2003-2004 sezonu geldi. İlk hafta İstanbulspor'a yenilmiş, 5 haftada 4 galibiyetle yola devam etmiştik. Tuncay Elazığspor'u 7-1 yendiğimiz maçta 4 gol atmıştı. Dün akşamki Elazığspor maçı bana o sezonu anımsattı. Senaryo benzer, peki ya sonu ?

Son söz... Yaşamak için muhtacız ekmeğe, havaya, suya; bir de Moussa Sow’a...
22 Eylül 2013 Pazar
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Bulgaristan'da Tatil

İş gereği pek çok şehir geziyorum, birkaç sefer de Azerbaycan'a gitmişliğim var. Burada gezdiğim, gördüğüm yerleri genelde yazmıyorum. Ancak Bulgaristan'da yapmış olduğum tatil hakkında yazmak istedim. Çünkü gitmeden önce ben aradığım bilgileri genelde bulamadım. Dolayısıyla bunun dezavantajını gördüğüm yerler oldu. O yüzden detaylı ve açık bir dille anlatmaya çalışacağım.

Öncelikle neden Bulgaristan olduğunu söyleyeyim. Benim planım elbette ki Güney'e gitmekti. Ancak gideceğim arkadaşlarım tam eğlence adamları ve onlar Bulgaristan'a gidelim deyince bu fikir beni de cezbetti. Zira tatile gidilen yerden ziyade, gidilecek insanlar daha önemli. Eğlenmeyi bilen adamla her yerde eğlenirsin. Bulgaristan'dan turist vizesi almak çok zorlamadı. Acentaya sadece 350 lira verdim, vizeyi alıp bana gönderdiler. Bu işlem 1 hafta sürdü. Gidiş için kendi aracınızı tercih ederseniz, Kapıkule'de çok daha uzun süre bekleyebilirsiniz. Biz otobüs ile gittik, otobüsler farklı bir sıradan gidiyorlar ve işlemleri daha rutin ve hızlı ilerliyor. Bulgaristan'da Türklerin yaşadığı Haskovo ve Kırcaali'yi görme fırsatım oldu. Benim buralı pek çok arkadaşım var. O yüzden direkt Kırcaali'ye gittik, oradan kendi aracımızla Sunny Beach'e, yani Bulgarca ismi Slanchev Bryag'a hareket ettik. İstanbul-Kırcaali arası 6 saat. 1-1,5 saat Kapıkule'de bekleme süreniz var. Şanslıysanız tabi... Kırcaali'den Slanchev Bryag 3 saat. Türkiye'den direkt Slanchev Bryag'a gitmek isterseniz; Kapıkule'den geçince 15-20 kilometre mesafede sağa Burgas tabelası var. Oradan direkt 3 saat gibi bir sürede de gidebilirsiniz.

Neden Slanchev Bryag ? Sebeplere devam edeyim. Türkiye'de 3-4 erkek bir yere tatile gittiğinizde "4 sap, 4 kazma, 4 balta" imajınız oluyor ve gece kulüplerine, eğlence merkezlerine girişiniz bile sıkıntı oluyor. Ayrıca şunu da çok net söyleyeyim, giderken bu kadar tahmin etmiyordum. Bulgaristan'da alacağınız her şey Türkiye'dekinden çok daha ucuz. Türkiye'de hiç bir tatil yerinde 1,5 liraya kutu kola alamaz; 7 liraya karnınızı doyuramazsınız. Bulgar parası Leva, Türk parasından biraz daha değerli. 1 Leva = 72 kuruş falan yapıyor. Size tavsiyem, paranızı Slanchev Bryag'a gitmeden bozdurun. Orada 1 leva = 65 kuruş üzerinden hesap yapıyorlar. Deyim yerindeyse "geçiriyorlar." Bulgaristan'da yollar genelde sessiz ve sakin. İki yeşilliğin arasından gidiyorsunuz. En merkezi yere giderken bile sağınız solunuz yeşillik alan oluyor. Havaalanı gibi... Biz Sunny Beach'e gelemeyeceğiz sandık, deniz göremedikçe yanlış yoldan gidiyoruz sandık. Sunny Beach'e girdiğinizde yol ikiye ayrılıyor. Sağ taraf iyi plajların olduğu, sol taraf ise gece hayatının daha iyi olduğu yere gidiyor. Biz otel rezervasyonunu internetten, çok araştırarak yaptık. Ama demek ki iyi araştıramamışız. Gittiğimiz otel çok güzeldi, apart daire kiralamıştık. Gecelik 200 leva, kişi başı 50 levaya geliyordu. Çok ferah ve yeni bir oteldi. Personeli de oldukça güleryüzlüydü. Ancak otopark olayı biraz sinir bozucu. Kapının açılması için 5 dakika falan bekliyorsunuz, dayımın keyfi gelecek de gelip kapıyı açacak. 1 haftalık rezervasyonumuza rağmen 2 gece bu otelde kaldık. Şu önemli bir not; Bulgaristan'da otellerde internet genelde ücretli ve buna rağmen berbat. Bir de otoparklar da genelde gecelik ücret hesaplanıyor. Kahvaltı-Yemek olayı da herşey dahil oteller haricinde yok. Yani Oda+Kahvaltı mantığı pek yaygın değil. Ama üzülmeyin canlarım, karnınızı doyurmak çok da zor değil.

Bedroom Beach ve Cacao Beach adında iki mekan var. Burası aynı zamanda plaja da ismini vermişler, aslında ikisi de yanyana. Genelde paralı tayfanın takıldığı yerler burası. Biz 2 gün burada takıldık. Paralı dediğime bakmayın, biraz sağ tarafında ücretsiz plaj alanı da var. Buranın olayı, denizin temiz olması. Biz sezon sonunda gittiğimiz için deniz biraz kirliydi. Ancak Cacao ve Bedroom'un olduğu yerlerde deniz oldukça temiz. Deniz konusunda beklentinizi çok yüksek tutmayın. Karadeniz işte... Elbette bir Akdeniz, Ege tadında olmuyor. Benim için deniz çok da önemli değil. Gece hayatım da pek yok, tam bir eğlence özürlüyüm. Ama askerlik öncesi biraz dağıtmak istedim açıkçası...

İlk gün keşifle geçiyor, zaman kaybediyorsunuz. Gidecek olanlara yazıyorum ki; ilk günü keşifle öldürmesinler. Sağ taraf iyi plajlar dedik. Gezmek ve tarihi yerleri görmek isteyenler biraz daha devam ederlerse Nessebar'ı da görürler. Kale, male var; çok bir olayı yok. Kırcaali'de taksi ucuz olduğu için, geceleri taksiyle çıkarız dedik. Sunny Beach'te ise ilk gece çıktık, sadece 10 kilometrelik mesafe 30 leva civarı tuttu. Taksicilerin çoğu Türk ama hazır olun : GEÇİRİYORLAR. Direksiyonlarda pompa sistemi varmış, bize bunu Türk taksici gösterdi. Taksinin bu kadar pahalı olması, alkol dolayısıyla kendi aracımızı da her akşam kullanma riskimizin olması dolayısıyla otel değiştirdik. Hani görüntüde pek olmasa da, neticede Avrupa ülkesi. Polis alkollü sürücüyü affetmiyor. Bu tarafta da iyi bar ve discolar var ama çok gözde değiller. Bu civarda genelde Bulgarlar takılıyor, Bulgarca müzikler çalabiliyor. Azis-Haide Na Moreto iyi şarkı bu arada, net! Az biraz İngilizce bilmeniz yetiyor. Bulgarlar çok da iyi İngilizce konuşamıyor, otellerde genelde Türk çalışan çıkıyor ama pazarlık vs. gerekirse çat-pat İngilizce'yle yapıyorsunuz. Zaten resepsiyonistlere İngilizce bilgilerini sorun; onlar bile ÇAT-PAT diye cevap veriyor ahaha. ÇAT-PAT her yerde çat-pat anlayacağınız.  Biz yine bir aparta yerleştik ve gecelik 100 levaya anlaştık. Yani yüzde 50 bir kâr yaptık buradan. Oteli ayarlamanız, vize için gerekiyor ama ayarladığınız oteli beğenmezseniz çevrenizde çok daha ucuzunu ve iyisini bulabilirsiniz. Hiç ev, villa falan görmedim, full otel.

Disco Orange, Iceberg, Revolution, Den Glades Vikings en gözde mekanlar. Buralarda her gece farklı farklı partiler oluyor. Müzik konusunda genelde hit popüler parçalar çalıyor. Minaj, Pitbull falan... Neon Splash en büyük çılgınlık, içerisi tıklım tıklım ve inanılmaz sıcak oluyor. Traffic Light Party, Girls Night, Single's Party vs. bir sürü parti ve faaliyet var. İnternette araştırdığınızda fotoğraflarda çoğunlukla erkek görüyorsanız, inanmayın. Kızların sayısı da eşit oluyor ve manitacılık olayı en gözde faaliyet. Bu saydığım mekanlara girişler ücretli. Partisine göre değişiyor. Bazen 10 leva, bazen 30 leva olabiliyor. Ücretli yerlerde genelde Happy Hour var. İlk 1 saat içki bedava oluyor. Ondan sonra da kampanyalı şekilde devam ediyor. Atıyorum, 3 Sex On The Beach 18 yerine 12 leva olabiliyor. Alkollü içecek fiyatları oldukça uygun. 3-5 levaya bira içebiliyorsunuz. Kokteyller 8 genelde ama 6'ya düştüğü vakitleri oluyor. Şişe açtırmak 70-80 leva arası değişiyor. İçkiye göre değişiyor tabi, 60 levaya da açtırabilirsiniz. Bir gecede 8 gece kulübüne girme rekorum var, kolumun her noktası farklı gece kulüp damgasıyla doldu.

Sahil boyunca pek çok eleman önünüze çıkıyor. Önce restorancılar geliyor. Ne yemeyi düşünüyorsunuz ayağı yapıyorlar. Mekanlarına davet ediyorlar. Biz genelde Chicken Duner yedik. Döneri güzel yapıyorlar. Domuz etinden kaçınmanın en garanti yolu Chicken Duner. Yemek olayına çok para harcamazsınız. Size tavsiyem, gece hayatını seviyorsanız bar ve discolara daha çok bütçe ayırın. Maksimum 10 levaya karnınız doyar. Ama gece giriş parası verip içeride ortamı beğenmediğiniz mekan olursa, yeniden başka bir yere giriş parası vermeniz gerekebilir. Her mekanın elemanları var, dışarıda önünüze çıkıp size içerideki ortamı anlatıp, içki fiyatlarını söyleyip ikna etmeye çalışıyorlar. İş atan kız elemanlar da oluyor tabi çakallaaaar ! Çok fazla Türk yok çevrede, rahatsınız. Dünya sizin amk! PARTY CREW diye bir ekip var. Ateşli kızlar ve birkaç tüysüz erkekten kurulu. Bu kızlar arasında D.Wade formalı bir kız vardı, onun yeri ayrıydı bak. Bunlar milleti nereden topluyor onu keşfedemedik. Ama herkesi toplayıp partilere götürüyorlar. Genelde ücretsiz mekanları da bu ekip kalkındırıyor. Ücretsiz girilen mekanlar arasında en iyi yer Amora. Beyler bu mekanı sakın ıska geçmeyin. İhale burada dönüyor. 11 gibi içeri girdiğinizde ortam yeni yeni hazırlanmaya başlıyor. Gece 2'den sonra millet kopuyor. Manitacılığın en garanti olduğu yer burası. Manitacılık peşinde olup da boş çıkan maldır. Güzel kızların yanı sıra oldukça yakışıklı elemanlar da var. Kızlar hemen erkeklere hitaben yazdığımı düşünmesinler. Az biraz İngilizce, dans pistinde az biraz sallanma yetiyor. Ben dans özürlüsüyüm ayrıca, dans olayı bana göre değil.

Buraya tatile gelen pek çok millet var. Ağırlıklı olarak Slovakya, Çek Cumhuriyeti, İngiltere, Hollanda, İsrail, Almanya, Ukrayna, Rusya vatandaşları var. İtalya, İrlanda, İskoçya, Belçika ve İskandinav vatandaşları da azımsanamayacak sayıda. Erkekler oldukça yavşak. Bir kız yalnız dans ederken başına 3 erkek gelebiliyor. Ama kız reddederse ısrar yok, o olay iyi bak. Türkiye gibi değil... Tavlaması en kolay kızlar Slovaklar. En zor kızlar Hollandalı ve İsrailliler. Hollandalılarla iyi arkadaş olursunuz, ben iki kız kardeşle oldukça seviyeli bir arkadaşlık kurdum ^^  Bizim kaldığımız otelde İsrailli tayfalar vardı, bunlar oldukça dağınık ve pis insanlar. Arkadaş olduklarımız oldu ama genelde uzak durmakta fayda var. Aralarında Türklere nefretle bakan insanlar da var. Semiol öyle değildi mesela, canım kardeşim benim; uzun saçlarıyla adeta bir Murat Kekilli'ydi.

Gece için alternatifleriniz arasında Casino da olabilir. Kıbrıs'tan farklı olarak, içeri girerken fotoğrafınız çekip size bir kart vermeleri ve pasaport görmeleri gerekiyor. Buna biraz kıllandım ama arkadaş hatrına girdik tabi. İçeride bana yürüyen Fransız bir teyze vardı. Ben gideceğim dedikçe kadın beni bırakmadı. Kumarda kaybettim ya; hemen bir yürüyenim, peşimde koşanım... İki dakika rahat yok amk! Her tatil beldesinde olduğu gibi maç izlemek yine keyifli ayrıca. İngilizlerin maç izleme kültürlü başka... Adamlar her anından zevk alıyor.

Gündüz havuz ve deniz haricinde yine yapılabilecek alternatif faaliyetler var. Köpük partisi ve Aqua Park bunların içinde en eğlencelileri. Köpük partisini gündüz geçirdiğim zamanlar içerisinde 1 numaraya koydum ben. Happy Hour oldukça verimli geçmişti ve herkesin kafalar güzeldi. O gün tanıştığım insanın haddi hesabı yok. Futbol muhabbeti bile yapabildiğimiz arkadaşlar oldu. Augsburglu bir kardeşimizi Fenerbahçeli yaptım. Aqua Parkları da oldukça büyük. Merdiven çıkıp sıra beklemek biraz uzun sürüyor, içerisi oldukça kalabalık oluyor ve buna rağmen burada bile fiyatlar uygun.

Bekar tatili yapacak arkadaşlara Sunny Beach'i tavsiye ederim. Çok para harcamazsınız. 1000 liraya bile çok rahat bir tatil yaparsınız. Tercihen benim size önerebileceğim miktar 1200-1300 civarı işinizi görecektir. Paranız bittiğinde döviz bürolarında kredi kartınızdan çektirip, karşılığında leva alabiliyorsunuz. Tabi komisyon koyuyorlar.

  • Otelde apartları tercih edin, daha rahat olacaktır. Gecelik 80-100 leva arası güzel bir otel bulursunuz.
  • Ulaşım için harcayacağınız toplam para 150 lira civarı olacaktır.
  • Pasaportunuz varsa, vize için sadece 350 lira yetiyor.
  • Kahvaltıyı evde hazırlarım derseniz 3-5, dışarıda yerim derseniz 7-8 leva işinizi görür. Zaten öğlen kahvaltı yapıyorsunuz, gece uzun sürüyor malum. Akşam yemeği için ortalama yine 8 leva diyelim.
  • Günlük harcamanızı -gece kulüpleri dahil- 100 leva gibi düşünürseniz; 1 hafta için 700 leva size yetecektir. İnanın her gün 100 leva harcamazsınız. 50 levayla kapattığım geceler bile oldu. 
 Açıkçası artık Türkiye'de tatil yapmak biraz koyar bana, sonuçta kendi memleketimizde daha çok para harcayıp, daha kötü muamele görebiliyoruz. Turist olmak dünyanın en güzel şeyi, dert yok, tasa yok. Son sözüm; 1200 LİRA BÜTÇEYLE HANGOVER 4-5-6-7-8-9-10 ÇEKEBİLİRSİNİZ.
21 Eylül 2013 Cumartesi
Yazan: steven_stiffler
Kategori :

Lazio 1 - 0 Legia Warszawa | UEL 1.Hafta

Lazio'da Felipe Anderson iyileşti ama hazır olmadığı için bu maçta oynatılmadı. Felipe Anderson izleme hevesiyle oturdum, Keita Balde izleyerek maçı bitirdim. Şunu söylemek gerekir ki; Lazio kağıt üzerinde çok üstün gözükse de sahada işler daha farklıydı. Legia taş gibi takım görüntüsü verdi. Bir sürpriz olmazsa bu ikili gruptan çıkar diye tahmin ediyorum.

Özellikle ilk yarıdaki dengeli oyun Legia lehineydi. Bir de eklemek lazım; Legialı taraftarlar her zamanki gibi müthişti. Az sayıda gelseler de, müthiş tribün yaptılar. Çocukluğumdan hatırlıyorum, Marek Saganowski Legia'daydı. Bu maçta baktım yine Legia'da... Hep burada devam etti zannettim ama şöyle bir geçmişine baktım, 7 yıl bir çok takımın formasını giyip 2012'de tekrar yuvaya dönmüş. Lazio'da haftasonu lig maçında Konko sağda oynarken, Cavanda solda oynamış bir de gol atmıştı. Bu maçta Cavanda sağda, Konko solda oynadı. Ederson'dan neler bekliyor Petkovic bilmiyorum ama ben Hernanes varken forvet arkasında Ederson'u izlemek istemiyorum. Sırf şu maçtaki Alex gelişi ve kafa vuruşuyla golü atması bile Hernanes'in 10 numara oynaması gerektiğini gösterdi. İlk yarıdaki dengeli futbol, ikinci yarıda Lazio üstünlüğüne yerini bıraksa da bu öyle Tottenham-Tromso maçındaki gibi ezici bir üstünlük değildi. Keita Balde'yi çok beğendim. Genç oyuncunun çocuksu bir duruşu var sahada. Ancak sürekli oyunun içindeydi. Golde yaptığı asist ise tek kelimeyle harikaydı. Çalımı, topu sürüşü ve müthiş ortası Laziolulara umut verdi. Bu tip maçlarda genelde gol atan Floccari bu kez sessiz kaldı ve Lazio, Aston Villa'ya sattığı Avrupa Ligi golcüsü Kozak'ı aradı. Legia'da sol kanatta oynayan Jakub Kosecki'yi beğendim. Zamanında Galatasaray'da oynamış olan Roman Kosecki'nin oğluymuş, yaşı henüz 23.

Lazio : Marchetti, Cavanda, Ciani, Cana, Konko, Onazi, Gonzalez, Hernanes (75' Lulic), Ederson (70' Ledesma), Keita Balde (83' Novaretti), Floccari

Legia Warszawa : Skaba, Broz, Rzeznicak, Junior, Bryzski, Ojamaa, Vrdoljak (70' Jodlowied), Furman, Kosecki, Radovic, Saganowski (68' Kucharczyk)

Sarı Kartlar : Ciani, Ederson

Gol : 53' Hernanes
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Tottenham 3 - 0 Tromso | UEL 1.Hafta

Hem Tottenham, hem Lazio maçlarını izlemeye çalıştım. İkinci yarılarda komple Lazio'yu izledim. Bunda tabi Tottenham'ın ilk yarıda işi bitirmesinin ve kuponun sadece Lazio'ya kalmasının da payı var. Tottenham geçen sezon Avrupa Ligi'nde iyi işler yapmış olmasına rağmen sürpriz takım Basel'e elenmişti. Hoş, o Basel Şampiyonlar Ligi'nde ve bunun pek de sürpriz olmadığını göstermeye devam ediyor. Tottenham ise yine Uefa Avrupa Ligi'nde...

Andros Townsend izleme hevesim çok büyüktü. Villas-Boas dinlendirmeyi tercih etti, yarın Cardiff karşısında oynayacak muhtemelen. İki takım arasındaki güç farkı, AVB'nin kadro rotasyonundaki isimlere şans vermesini sağladı. Naughton, Kaboul, Holtby gibi isimler ilk onbirdeydi. Özellikle Holtby için iyi bir şanstı ama iyi kullanamadı. Danny Rose'a nazarım mı değdi bilmiyorum ama sakatlanıp oyundan çıkması gecenin kötü haberiydi. Emektar golcü Defoe ise yine gollerine devam etti. İki golü de çok şıktı, iki vuruşu da usta işiydi. Ben onu hep daha çok ceza yayı üzerinden attığı gollerle hatırlasam da, ceza sahası içinden de topa vuracağı bile anlaşılmayacakçasına iyi vuruyor. Oyuna ikinci yarıda giren Eriksen, çok geçmeden Tottenham kariyerinin ikinci maçında ilk golünü attı. Üstelik Balevâri bir vuruşla... Anzhi ve Sheriff berabere kaldı ve Tottenham favorisi olduğu grupta daha ilk maçta liderlik koltuğuna oturdu.

Tottenham : Lloris, Naughton, Dawson, Kaboul, Rose (39' Vertonghen), Sandro, Dembele (60' Eriksen), Lamela, Holtby (71' Paulinho), Sigurdsson, Defoe

Tromso : Sahlman, Causevic, Koppinen (62' Antonsen), Fojut, Kristiansen, Moldskred, Johansen, Bendiksen (46' Johnsen), Drage (78' Andersen), Ondrasek, Pritchard

Sarı Kartlar : Johnsen, Fojut

Goller : 21' Defoe, 29' Defoe, 86' Eriksen

Tottenham maç boyunca 8'i isabetli 19 şut attı. Tromsö sadece 2 şut atabildi. Lloris kariyerinin rahat maçlarından birini çıkarırken, topa sahip olmada da 71'e 29 gibi büyük bir fark ortaya çıktı.
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Kasımpaşa 2 - 3 Fenerbahçe | Telafi

Siyaset sevmem, her zaman söylerim. Siyasi tweet yazmam, siyaset konuşmam ve fikirlerimi kendime saklamayı tercih ederim. E haliyle Türk futbolundan uzaklaşmış olsam da, Fenerbahçe sevdası yine başka. Görmeden, duymadan olmuyor. Türk Futbolu'na siyaset bulaştıranlara çok güzel laflarım var. Bu kadar gözdağı yeterse ve müthiş sert mizacımla gerekli yerlere gerekli mesajları verdiysem, dün akşamki maçtan aklımda kalanlarla devam edeyim.

Tatil dolayısıyla Fenerbahçe'nin son maçlarını kaçırdım. Biraz hevesim de kırgındı, kabul. Konyaspor ve Arsenal maçları çok üzmüştü. Devamındaki maçları tatil dolayısıyla izleyemedim. Bulgaristan'da bir bar tuvaletinde bir Arsenalliyle dalaşmayı ihmal etmedim ama... Dün akşamki maç için de çok hevesli değildim. Ancak Fenerbahçe'nin baskılı ve arzulu başlangıcı maçın içine çekti beni. Hocanın kadro tercihlerini tartışmak istemiyorum. Sow'un olmadığına üzülüyorum sadece, en verimli çağında solda oynadığını gördüğüm kadar üzülüyorum. Baskılı oyuna rağmen gol gelmediği gibi, rakibin ilk şutunda golü atması da oldukça moral bozucu. Yine hesapta olmayan, az kişinin tahmin edeceği Caner Erkin performansı ise maçın ateşleyici etkeni. Frikikteki vuruşu kendisini ne kadar geliştirdiğinin bir göstergesi. Genç oyuncular genelde Fenerbahçe'de gelişemiyor derler ama Caner Erkin'in gösterdiği gelişim bariz. Bunda sürekli oynamasının payı var tabi. Caner Galatasaray'da oynarken düzgün orta bile yapamazdı. Burada takımın önemli bir parçası oldu. Aykut Kocaman'ın da payı büyüktür bunda... Golden sonra kendimizi buluruz diye beklerken yine Volkan Demirel hatasıyla yenilen ikinci gol ve yine bir çıkmaz. Mert Günok için üzüldüm. Hâla yan top zaafiyeti olsa da en azından oynadığı oyunla ilk onbiri hakediyor. Hatta ben önümüzdeki sezon için sağlam bir rotasyon yapılması gerektiğini ve Emre, Volkan ikilisinin takımda öncelikle abi görevi üstlenmesi gerektiğini düşünüyorum. İkinci yarıda biraz daha tutuk olduğumuzu düşünüyorum. Özellikle gol gelmedikçe girilen panik havası iyice stres yaptırdı. Son 20 dakikalık bölümde daha fazla öne oynayarak maçı çevirmeye çalıştık. Alper'in de önde baskısıyla ileride hakimiyet kurduk. Zira Kasımpaşa da geçen senenin Galatasaray'ı gibi... Önde kaliteli isimler ama arka tarafta vasat oyunculardan kurulu. Donk iyi, Orhan bu ligde hangi Anadolu takımındaysa sağ bekte oynar. Ancak Sancak, Yalçın hedefleri olan bir takım için vasat isimler. Demek istediğim; Paşa'ya gol atmak zor değil... Kaçırdığımız, direkleri dövdüğümüz pozisyonlar bir yana son bölümdeki çabamızla maçı çevirmesini bildik. Webo çok net iyi golcü. Ligde her takımda olması gereken golcü.  Son dakika golü atmayı ve son dakikada sevinmeyi özlemişiz. Bunun bir "şampiyonluk golü" olduğunu iddia etmek için ise henüz çok çok erken...

Bireysel performanslara kısaca bakacak olursak; Volkan çok çok kötü, Gökhan yorgun ve vasattı. Bruno Alves sorumluluk almaya çalışırken çok hata yapıyor. Çok faul yapması iyidir, rakibi oyundan bezdirir. Egemen'in en ölü hali bile mutlaka gol kurtarıyor. Caner Erkin ise sol bek olarak müthiş işler yaptı. 1 müthiş gol, 1 müthiş asistle maçın yıldızı oldu. Selçuk, Holmen çok vasattı. Hoca Meireles'e farklı bir rol yüklemeli. Dün maçı çevirdiğimiz bölümün önemli isimlerindendi. İleriye doğru oynadığında etkisini gösteriyor. Lakin bizim hocalarımız kendisinden önlibero gibi faydalanmaya çalışıyor. Bu da ortaya etkisiz bir Raul çıkarıyor, ki bu adam öyle top kapan bir adam değil. Kuyt maçın içinde mutlaka iyi ve kötü zamanlar geçiriyor. Devamlı iyi ya da devamlı kötü değil. Emenike bir gol atsa patlayacak ama golcü şansı henüz yanında değil. Webo ise oyundan hiç kopmaması sayesinde kötü götürdüğü bir maçın kahramanı olmayı başardı. Alper'in agresif ve ileriyi düşünen bu oyununa çok ihtiyacımız var. Yedek kulübesinde bir forvet olmaması ise düşündürücü...

Bu galibiyet sezon başı puan kaybı beklediğim bir deplasmanda geldiği için ekstra bir 3 puan olduğunu düşünüyorum. Bir de Konyaspor'a kaybedilen tuhaf maçtan sonra bir telafi olduğunu düşünüyorum. Geçen akşam Beşiktaş'ı izledim, çok beğendim. Dün akşam gol yiyene kadarki bölümde oynadığımız oyun ise Beşiktaş'a yakındı, tek eksiğimiz Fernandes'ti. Çok ışık vermiyor gibi gözüken bir takım için 4 maçta 3 galibiyet yine de umutlandırıcı... Fenerbahçe işte, umut... Zokora'nın tekmesine kırmızı kart vermeyen hakemin de dün akşamki berbat hakemliğini konuşmam. Her zamanki Türk hakemliği...
17 Eylül 2013 Salı
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Lazio 3 - 0 Chievo | Serie A 3.Hafta

Bu sezon ilk kez Lazio'yu izleme fırsatı buldum. Değişen pek bir şey yok aslında... Yine hücumu düşünen, savunmada açık veren, transfer döneminde savunmasındaki eksiği kapatmayı ihmal eden bir Lazio... Savunma demişken, Novaretti'yi merak ediyorum ama bu maçta oynamadı. Chievo ise Serie A'nın bana göre en sıkıcı takımı. En büyük avantajları yıllardır Lazio'ya Olimpiyat Stadı'nda kaybetmemeleriydi. Bu unvanlarını bu maçla birlikte yitirdiler.

Lazio'da Radu'nun yokluğunda sol bek tercihi Luis Pedro Cavanda'dan yana kullanılmıştı. Cavanda daha önce de bir kere bu mevkide oynamıştı. Günümüzde sol bek yok diye boşuna söylenmiyor. Pek çok takım, sırf bek oynamayı biliyor diye ters ayaklı oyuncusunu sol bekte oynatmak zorunda kalabiliyor. Lorik Cana da iyiden iyiye stoper oldu. Yedek kulübesinde onca stoper varken, tercih Cana oluyor. Gilberto Silva'nın futbolunun son yılları gibi... İş çok erken bitti aslında. Chievo ne oynayacağının bile farkında değilken, Lazio'da Candreva sahneye çıktı. Golde Ederson'un topu kapması çok şıktı. Neticede bir forvet arkası oyuncusu ve yapmış olduğu top kapma hareketi bir ekstra. Lazio'nun peşpeşe yakaladığı pozisyonlardan sonra önce Cavanda, sonra Lulic sahneye çıktı ve ilk yarıdan maçı bitirdiler. Angolalı genç bekin kariyerindeki ilk gol oldu bu. İkinci yarıda Lazio üstünlüğü elden bırakmadı, fakat rakibin de çok üstüne gitmedi. Lazio yedek kulübesinde genç ve tecrübesiz pek çok oyuncu vardı. Bunlardan Keita, son birkaç dakika forma şansı buldu.


16 Eylül 2013 Pazartesi
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Tottenham 2 - 0 Norwich | EPL 4.Hafta

Cumartesi günümün en keyifli anı Tottenham'ı izlediğim süreydi yine... Bale olmadan neler yapabilecekleri hakkında elbette fikirlerim var ama Bale gibi bir sigortanın olmayışı insanı yine de düşündürüyor. Sonuçta Tottenham emek takımı, tek kişilik bir takım değil ve sempatizanı olduğum için söylemiyorum; gerçekten takım gibi takım. Dün Christian Eriksen sahne alacaktı, 3 puanın yanı sıra maçın diğer önemi buydu.

Norwich takımına da oldukça olumlu baktığımı belirteyim. "Kanaryalar" lakabının bunda payı olsa da, Chris Hughton olsun, kurdukları kadro olsun; sempati ile bakmamı sağlıyor. Tottenham'ı oldukça ciddiye alıyorlardı ve defansif bir suretle başladılar. Tottenham da önde müthiş bir pres ve baskı ile başladı. Türk takımları için zaman zaman "önde bassın, önde basıyor, önde basmalı" tabirleri kullanılıyor ya, ben hiç böyle basan ve ısıran Türk takımı da görmedim ayrıca. Günümüz futbol dizilişi Barcelona ile birlikte 4-3-3 olarak lanse ediliyordu. Ancak son 2 yıldır ağır bir 4-2-3-1 üstünlüğü var. Tottenham da bu dizilişin hakkını veren takımlardan. Paulinho ve Dembele'yi önlibero ikilisi yapmak gerçekten güzel düşünce. Ofansif iki oyuncuyu kullanıyorsun, ileride müthiş bir baskı kuruyorsun. Dembele'nin hücum oyuncusundan devşirme önliberoluğunun ekmeğini yiyorsun. Paulinho'nun pasör özelliğini de kullanabiliyorsun. Çapa diye tabir edilen bir önliberon yok. Zaten olanı da satmışsın. Yanlış hatırlamıyorsam maçın 11.dakikasıydı. Tottenham çok acayip bir gol kaçırdı, 3 kere Oha! çektim. Soldado'nun topuk vuruşunu Bassong çizgiden çıkardı. Eriksen'in pozisyon öncesi çalımları ve şutu da oldukça kayda değerdi. Dün için bir parantez Danny Rose'a. Assou Ekotto satıldı, Danny Rose artık Tottenham'ın as sol beki oldu. Hücum oyunculuğundan devşirme bir başka bek. Müthiş bindiriyor, süratli ve geçen sezonu kiralık geçirdiği Sunderland'de de futbolunu geliştirmiş. Kademe anlayışını kapmış. Golde yaptığı orta da harikaydı. Eriksen'in asisti, Sigurdsson'ın golüyle sonuçlandı pozisyon. İkinci yarının hemen başında bu kez Paulinho'nun asisti ve Sigurdsson'ın golü geldi. Sigurdsson için sevindim, geçen sezon beklentilerin altında kalmıştı. Şimdi Tottenham'da Lennon'ı bir kenara bırakacak olursak; sol kanat ve forvet arkasında oynayacak oyuncu için pek çok aday var. Özellikle Bale'in gidişinden sonra Eriksen, Chadli, Holtby, Lamela, Sigurdsson gibi isimlerden performans beklentisi arttı. Ancak hiç hesapta olmayan bir isim; Andros Townsend'di. Dün yine çok iyi oynadı, müthiş adam geçiyor, bilekleri çok seri. Şut konusunda çok ısrarcı, dün tam 9 şut çekti. Her iki ayağını da kullanıyor. Tottenham'da kadro ve forma hesaplarını bozacak bir isim Townsend...

Bale'in gidişiyle 11 numarayı Lamela almış. Dün Holtby'yi oyunda ve duran topların başında görmek de sevindirdi. Şu kadro rotasyonunda kendi mevkisinde en az şansı olan oyuncu olduğunu düşünsem de; harcanmasını istemediğim bir yetenek.

15 Eylül 2013 Pazar
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Ne İzledim? #33

Mezuniyet de gelince geçen ay kendimi üzüme ve sakıza vurdum diyebilirdim. Lakin öyle olmadı, ben filme vurdum. Sonra bir de tatil yaptım. Tatil tecrübelerimi de aktaracağım, bir gezi kalmamıştı blogda yazmadığım. Eksik kalamam, ondan eksik kalamam! Geçen ay müthiş film yardırdım, izlediğim filmler arasında kötü film yoktu. Ağustos benim için yılın en verimli film ayı oldu. The Place Beyond The Pines'ı göklere çıkaracağım, ona göre hazırlıklı olun.

Önce Brothers...Bir eksiklik var. Bilmiyorum, anlatamam belki ama eksik bir şey var. Hikaye çok gel-git barındırıyor. Bir bakıyoruz aile dramına dönüşmüş, bir bakıyoruz Sam'in travmasına. E sorun, ikisinin arasının çok küçük zaman dilimleri olması. 1 saatlik bölümü keyifli ve seyirlik... Son 45 dakikalık bölümü biraz daha durağan, biraz daha dramatik. Sam nefretlik karakter. Oyunculuklar tatmin edici derecede iyi. Çocuk oyuncular müthiş. Ben hikayenin son bölümünü daha farklı tahmin ve hayal etmiştim. Benim düşündüğüm sonun yanında filmdeki son bence sönük kaldı. E filmin adı Brothers diye kardeşlerin ilişkisi üzerinden gidelim demişler ama daha dramatik ve travmatik bir son bölüm şahane olurdu. 

Şu an ben bu yorumu yazarken, bir yerlerde ekmek/su için savaşan insanlar olduğu gerçeği değişmeyecek. Böyle duygularla izliyorsunuz filmi...
"Su hayattır, siz bunu bilemezsiniz." diye yakınıyor Daniel. İnsanlığına dahi değer verilmeyenlerin, hayatlarının ve suyun kıymetini bilmesini bu tek cümleyle anlatıyor Tambien La Lluvia. 1 saat 38 dakikalık süresinin çok üstünde mesaj veriyor film. Diyor ki;

- Paranın açamayacağı kapı yoktur.
- Sadece nefes almakla bile yetinen insanlar var.
- Su hayattır, siz bunu bilmezsiniz.
- Globalleşme bla bla bla...

Daha pek çok mesaj sayılabilir. Sömürgeciliğe tokat gibi bir cevap aynı zamanda. Müthişti, etkilendim ve hâla etkisindeyim. Kesinlikle izleyin, düşünün ve bir şeyler yapın.

Filmin son sahnesi en çok etkilendiğim sahne. Spoiler olacağı için LİNK içinde veriyorum.

Yıllar önce de izlediğim kültlüğü tartışılmaz film. Sadece ırkçılığa ve insanlığa değil; Hollywood'a da güzel bir yanıt olmuştur. Şüphesiz ki; Hollywood'dan bu türde çıkabilecek en kaliteli filmlerdendir. Hikayenin ve senaryonun yanında oyuncuların büyüleyici performansları da filmin değerini katlamıştır. Filmde sanki ırkçı olan Derek değil, Edward Norton'dır. Sanki hapishanede tüm o olayları yaşayan Derek değil, yine Edward Norton'dır. Hikayenin gizli kahramanı ise hapishanede Derek'in birlikte çalıştığı siyahi arkadaştır. Film 2 saate sığdırılarak tadında bırakılmış ama bu senaryo 3 saatlik bir filme de dönüşebilir, yine aynı tadı verirdi. Ben de cinayet sahnesine bakamayan, buna rağmen o sahneyi unutamayanlardanım.

Başladığı eğlenceli tempodan uzaklaşmasına rağmen belli bir çizgide kalmayı başarmış, çok da bir neden/sonuç içermeyen; vakit geçirmelik bir hikaye. Biraz Bellflower, biraz Blue Valentine, biraz da Take This Waltz tadı aldım. Müzikleri başarılıydı. Özellikle Mary El'in barda Cruel To Be Kind söylediği sahne Mary El aşkımı depreştirdi.

Müthiş bir motosiklet sahnesiyle başlıyor film. 50 dakikalık bölümü de pek çok duyguyu bir arada barındıran bir şiir gibi sürüp gidiyor. Görüntüler büyüleyici. Blue Valentine, Drive karışımı bir havası var. 50 dakikalık bölüm kesinlikle kusursuz ve 10/10luk. Geriye kalan sürede hem tempo düşüyor, hem hikaye farklılaştırılıp belli bir süreye sığdırılmaya çalışıyor. 2 saat 20 dakikalık süresi yetmemiş, filmden resmen dizi çıkarmış. Senaryoyu çok beğendim. Ryan Gosling diloluğumdan dolayı abartıyorum belki ama ilk 50 dakikalık bölümünde Salih Uçan'ın Orduspor'a attığı aşırtma golden sonra verdiğimi "zevkten ne yapacağımı şaşırmış" tepkimin aynısını verdim. Benim için önemli ve arşivlik bir film olarak kalacaktır. BAŞUCUNA EKLE, FAVORİ LİSTENE EKLE, FAVLA.

Hem aksiyon, hem komedi, hem romantizmi yeterli dozda bulduğum için oldukça eğlendiğim bir film oldu. Chris Pine ve Tom Hardy çok uyumluydu da, Reese Witherspoon bu rollere pek gitmiyor bence. Yine de "This is How We Do It" eşliğinde dans ettiği sahnede sempatiklik sınırlarının üzerinde bir yerlerdeydi. Klişe bir konu gibi gözükmesine rağmen, içeriğindeki sahneler yeterli seviyede eğlendiriciydi. Tipik "2 erkek 1 kadına aşık olur" filmlerinden farklı kılan da eğlendiren sahneleriydi. 7 puan versem çok, 6 puan versem az; aralarda bir puanlama diyebilirim. Yaz kızım; "Haftasonu keyifle izlenebilir."

Son dönemde yapılmış en iyi Hollywood komedilerinden. Salma Hayek çok eğreti dursa da; Kevin James döktürmüş. Hem güldüm, hem eğlendim. Sıkmayan, üzerinde fazla düşündürmeyen, klişe sahneler de olsa o sahnelerde gaza getirebilen son derece keyifli bir film. Gülmek, eğlenmek isteyenler mutlaka izlemeli. Bu arada genel bir tespit; Kevin James kilolu erkekler arasında kızların en sevdiği erkek.

Benim nasıl Steve Carell sevdiğimi dostlar bilir. Steve Carell olmasa izlemeyeceğim bir film olarak değerlendirir, üstünü çizer geçerdim belki... Steve Reyiz olunca izlemek farzdı, beklentimin altında kaldı. Kadro kalitesi çok iyi bu arada, ona değinmezsek olmaz. Seth Rogen, komedide Steve Carell ile birlikte en sevdiğim isimlerdendir. Yan karakterler bile ünlü isimler. Hani büyük oyuncular diyemesek de, yüzüne alışık olduğumuz oyuncular. Hikaye klişe, konu belli-başlı ama esprileri orijinal bekliyordum. 

Skins'ten dolayı şu elemana oldum olası uyuz olurum ama film epeydir izleme listemdeydi. Beklediğimi buldum dersem yalan olur. Farklı bir zombi filmi yapalım derken klişeler içerisinde boğulmuşlar. Filmi kurtarmak için ise; kaliteli şarkılara başvurmuşlar ve haliyle filmin sahnelerine göre seçilen şarkıları oldukça başarılı buldum. Zombi bile manita yapıyor, biz hâla sap...

İzlerken sıkılmadım ama hareketli bir film olmadığı gerçek. Hikaye aslında fena değil, tipik filmlerde izlemeye alışık olduğumuz Amerikan yaşam tarzı aslında; çok da eleştirmeye gerek yok. Ryan Reynolds iyi oyuncu, eskiden sıradan bir komedi oyuncusu olduğunu düşünürdüm. Bu tür rollerde de izledikçe, aslında bir adım önde olduğunu görüyoruz. 

Oyuncu-Çift eşleştirmeleri oldukça uyumsuz olmuş. Ayrıca oyuncu kadrosu gerçekten kötü. Vince Vaughn ile Kristen Bell'i ayrı tutuyorum, ikisini severim. Mesela Jason Bateman ile Kristen Bell'i çift yapmak olmuş mu? Olmamış. Vince Vaughn ile Malin Akerman eşleşmesi bir nebze kurtarıyor. Filmde komedi adına pek bir şey yok. Tek güldüğüm sahne, yoga yaparken gerçekleşen bir diyalogdu. İlişkiler üzerine yapılan, daha çok evli çiftlere hitap ettiğini düşündüğüm, bayat bir film. Haa filmde doğanın müthiş güzelliklerini, masmavi okyanusu izlemek insanın içini açıyor tabi ki.

Kan ve şiddet eksikliğinizi The Cottage ile giderebilirsiniz. Fakat daha eğlenceli bir benzerini izlemek isteyenler olursa; Tucker and Dale'i önerebilirim. Tucker And Dale > The Cottage. 6/10 ile seyirlik-çerezlik.

Çok küfür yiyeceğim biliyorum. Beğenene saygı duyarım ama ben beğenmedim. İzlerken çok sıkıldım. Evde vakit geçmiyorken yorumlara kanarak bu filmi seçtim, sonra giden vaktime yandım. Baştan sona sıkıcı bir anlatım mevcut, ki Kore filmlerini genelde severim. Tatmin etmedi. Belki iyi film ama bana hitap etmediği kesin...

Çok boş bir vaktimde bir solukta izlediğim, eğlenceli bir haftasonu filmi. Adam Sandler ve Rob Schneider ikilisini seviyorum.

12 Eylül 2013 Perşembe
Yazan: steven_stiffler
Kategori :

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -