Yazan : steven_stiffler 11 Ocak 2013 Cuma

2011 yılını 117 filmle bitirmiştim. 2012 yılında 118 film hedefi koymuştum. Çok yoğun çalıştığım için bu sayıya ulaşamadım ve 2012'yi 106 filmle bitirdim. Hâla izleyemediğim kült filmler, hatta seriler var. Öğrenciliğin kıymetini bilemedik, şimdi zaman büyük sorun... Böyle söyleyenlere zamanında inanmayız da; şimdi gerçekten öyle olduğunu görebiliyorum. Sayı elbette çok önemli değil, kişisel rekorumu kırma hedefim vardı. Geçen yıl izlediğim en iyi film hangisiydi karar vermek zor. Sanırım Big Fish'i bir adım önde tutarım. Bu arada artık film takiplerimi filimadami.com 'da yapıyorum. Çok güzel bir siteymiş, geç keşfettiğime üzüldüm. Hangi oyuncunun, hangi yönetmenin kaç filmini izlemişsin, hangi yıldan kaç film izlemişsin gibi güzel ayrımlar yapabiliyorsun.

Aksiyon filmlerini çok klişe bulduğum için çok tercih etmem. Premium Rush; yüksek temposuyla kendini seyrettiriyor. Bisiklet sahneleri ve kuryemizin sürmeden önce kafasından geçirdiği sahneler başarılı. Joseph Gordon'a da ayrı parantez açmak lazım... Son yıllarda en çok başrol oynayan oyunculardan birisi zannediyorum. 90 dakika boyunca tempo düşürmeyen bir haftasonu filmi arayanların tercih edebileceği bir yapım. Bisiklet sürmeyi özletiyor.

İlk çıktığı dönemde indirmiş, bir türlü izleme isteği yakalayamamıştım. Nihayet izledim, hem de hiç konusunu dahi okumadan... Müthiş bir aksiyon-macera havasına soktu beni. Sonunu hiç kestiremedim, bir solukta sonuna kadar heyecan ile izledim. Sonunu kestirememek heyecanımı katlasa da; sonunda sinirden ağlayacak hale geldim. Bu kadar güzel bir filme bu kadar kötü bir son yapılmamalıydı. Ayrıca film içinde çok fazla mantık hatası var. Her şeyden yoksun büyümüş, elektriği bile görünce şaşıran bir kızın internet cafeye girmesi inanılmaz saçmaydı. Yaşattığı heyecan ve merak duygusunun yanı sıra, çekimlerin kalitesinin de faktörüyle filme puanım 7/10. Yorumuma ek olarak; Saoirse Ronan henüz 18 yaşında... İzlediğim iki olağanüstü başrol performansı var: The Lovely Bones ve Hanna.

Bir gün Kim Ki-Duk'la karşılaşsam kendisine önce bir güzel söverim. Hastasıyız, severek takip ediyoruz ama bir insanın psikolojisi bu boyutlarda olmamalı bence. Bilmiyorum, başarısının sebebi belki de bu... Korelilerin inanılmaz intikam hikayeleri bitmiyor. Aslında tipik Kim Ki Duk havası hakim yine... Sessizliği, acayip ilişkileri, şiddeti; her bir sahnesi buram buram Kim Ki Duk kokuyor. Sessizlik diğer filmlerine nazaran biraz bozulmuş. Daha çok diyalog var. Öte yandan kamera açılarında da farklılıklar var sanki. Kim Ki Duk biraz daha farklı çekimler yapmaya yönelmiş ve başarılı da olmuş. Filmin sonunda şaşırdığımı söyleyemem. Yönetmeninden dolayı zaten normal bir son beklemiyordum. Mutlaka içime işleyecek bir son gelecekti, çok bariz bir durum. Yine de Kim Ki Duk'un en acayip atmosferli intikam filmi Nabbeun Namja'dır. O filmdeki havayı Pieta'da bulamadım. Oyunculukları beğendim. Güney Kore filmlerinde mimiksizlikten yakınırım ben. Bunda baştan sona o acı ifadesini aldım. Sayın Duk; şu yemek sahneleri olmasın lütfen her filmde... Kültür farklılığı da bir yere kadar.

Hem savaş sonrası dönemi, hem de psikolojik bir gerilimi barındırması filmi oldukça farklı ve zevkle izlenebilir kılmış. İzlemeden önce okumuş olduğum yorumlar ve ismi beni Klass tarzı bir film beklentisine soktu. Ancak Ondskan'ın Klass'ın yanında biraz daha soft kaldığını söyleyebilirim. Filmin çok büyük bölümünde ne olacağına dair heyecanlı bir bekleyiş var. Ancak son kısımlarda o heyecanımı kaybettim. Beklentimin dışında bir son olduğunu kabul ediyorum, ancak filmin güzelliğini bozduğunu söyleyemem. Erik'in göstermiş olduğu azim ve sabır da takdire şayandı. Zevkle izledim, yine izlesem yine aynı zevki alacağımı düşünüyorum.

Normal bir hayatı bu kadar normal anlattığı için midir bilemiyorum, güzel film. Burada normalden kastım, gerçeğe çok yakın olması ve herkesin sahip olabileceği iyi iş/kötü aile yaşamını sade ve güzel anlatmasından ibaret. Filmde çok fazla markadan bahsedilmesi biraz reklam kokusu sunsa da; dramın kalitesine etki ettiğini düşünmüyorum. Filmin verdiği mesajlar da çok net ve düşündürücü. En sevdiğim ise; Tartar sosu almaya giderken tartar sosunu unutmasını sağlayan o sahne :) Eşinin istediği bir şeyi unutmak, üstelik öyle bir sebepten unutmak tam erkek işi. Baba-Oğul ilişkileri de oldukça duygulandırıcıydı.

Adam Sandler da Don Cheadle da benim için çok iyi dram oyuncularıdır. Komediyle özleşen oyuncular genelde dramatik rollerde harikalar yaratır. Bunun için aklıma gelen diğer isimler; Jim Carrey ve Seth Rogen. Adam Sandler daha önce Click'te de muazzam oynamıştı. Reign Over Me; başladığı tempodan 1 dakika bile şaşmayan sarsıcı bir dram. 11 Eylül saldırılarıyla alakalı çok film yapıldı ancak Reign Over Me tadında yaklaşan çok fazla film de yok. Dostluk, belki vefa güdüsü; çok güzel bir film ortaya çıkarmış. 

Çerezlikleri sona bıraktım. Romantik komedi izleyesim vardı. E haliyle yüksek beklentiyle izlemedim. Zaman zaman eğlendiren ortalama bir romantik komediydi. İstanbul sahnesi var diye izleyen hiç izlemesin, 3 saniyelik bir sahne. Filme puanım 6, Catherine Zeta Jones'la birlikte 6,5. MILFciler sever bu filmi, ahahaha yaban çakalları sizi... Bu arada Justin Bartha = Faruk K.

Bariz çocuk filmi, ancak Tim Burton yine o büyülü ve fantastik dünyayı çok güzel yansıtmış. Efektler, grafikler, sahneler muazzam. Helena Bonham Carter sempatikliğin zirvesine çıkmış. Anne Hathaway benim gözümde zaten her zaman White Quenn'dir. Hikaye çok bilindik olduğundan merakla izlemedim, ancak Tim Burton'ın fantastik filmleri illa ki kendini izletiyor. Oyuncu kadrosu da filmi unutulmaz kılan bir kadro.

Hayatta her şeyinizi kaybetseniz bile her zaman baştan başlamak için bir şans vardır. Ama bence bu filmle değil... Will Ferrell'ın oyunculuğu elbette izletiyor ama her zamanki eğlenceli filmlerinden biri değil. Maalesef "izlemeseniz de olur" diyeceğim.

Basit ve gereksiz bir film olmuş. Katherine Heigl için söyleyebileceğim tek şey "oy oy oy!" olsa da; kariyerini bu tip filmlerle geçiştirmesine de üzülüyorum. Romantik desen değil, komik desen hiç değil, macera desen neresinde ? Başroldeki elemanı da pek gözüm tutmadı.

İzlerken zaman zaman sıkıldığım, sıradan bir gençlik filmi Cherry. Biraz annelik duygusu var, biraz ergenlik, biraz da asosyallik... Yani çok da alışılagelmişin dışında konular değil; klişe olarak bile değerlendirilebilir.

Söz, 2013'te Lord Of The Rings'i izliyorum. Kesin izliyorum ya, banko izliyorum.

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -