3 dakika önce
- Anasayfaya Dön »
- Sinema »
- Ne İzledim? #25
Yazan : steven_stiffler
11 Ocak 2013 Cuma
2011 yılını 117 filmle bitirmiştim. 2012 yılında 118 film hedefi koymuştum. Çok yoğun çalıştığım için bu sayıya ulaşamadım ve 2012'yi 106 filmle bitirdim. Hâla izleyemediğim kült filmler, hatta seriler var. Öğrenciliğin kıymetini bilemedik, şimdi zaman büyük sorun... Böyle söyleyenlere zamanında inanmayız da; şimdi gerçekten öyle olduğunu görebiliyorum. Sayı elbette çok önemli değil, kişisel rekorumu kırma hedefim vardı. Geçen yıl izlediğim en iyi film hangisiydi karar vermek zor. Sanırım Big Fish'i bir adım önde tutarım. Bu arada artık film takiplerimi filimadami.com 'da yapıyorum. Çok güzel bir siteymiş, geç keşfettiğime üzüldüm. Hangi oyuncunun, hangi yönetmenin kaç filmini izlemişsin, hangi yıldan kaç film izlemişsin gibi güzel ayrımlar yapabiliyorsun.
Aksiyon filmlerini çok klişe bulduğum için çok tercih etmem. Premium
Rush; yüksek temposuyla kendini seyrettiriyor. Bisiklet sahneleri ve
kuryemizin sürmeden önce kafasından geçirdiği sahneler başarılı. Joseph
Gordon'a da ayrı parantez açmak lazım... Son yıllarda en çok başrol
oynayan oyunculardan birisi zannediyorum. 90 dakika boyunca tempo
düşürmeyen bir haftasonu filmi arayanların tercih edebileceği bir yapım. Bisiklet sürmeyi özletiyor.
İlk çıktığı dönemde indirmiş, bir türlü izleme isteği yakalayamamıştım.
Nihayet izledim, hem de hiç konusunu dahi okumadan... Müthiş bir
aksiyon-macera havasına soktu beni. Sonunu hiç kestiremedim, bir solukta
sonuna kadar heyecan ile izledim. Sonunu kestirememek heyecanımı
katlasa da; sonunda sinirden ağlayacak hale geldim. Bu kadar güzel bir
filme bu kadar kötü bir son yapılmamalıydı. Ayrıca film içinde çok fazla
mantık hatası var. Her şeyden yoksun büyümüş, elektriği bile görünce
şaşıran bir kızın internet cafeye girmesi inanılmaz saçmaydı. Yaşattığı
heyecan ve merak duygusunun yanı sıra, çekimlerin kalitesinin de
faktörüyle filme puanım 7/10. Yorumuma ek olarak; Saoirse Ronan henüz 18 yaşında... İzlediğim iki olağanüstü başrol performansı var: The Lovely Bones ve Hanna.
Bir gün Kim Ki-Duk'la karşılaşsam kendisine önce bir güzel söverim. Hastasıyız, severek takip ediyoruz ama bir insanın psikolojisi bu boyutlarda olmamalı bence. Bilmiyorum, başarısının sebebi belki de bu... Korelilerin inanılmaz intikam hikayeleri bitmiyor. Aslında tipik Kim Ki
Duk havası hakim yine... Sessizliği, acayip ilişkileri, şiddeti; her bir
sahnesi buram buram Kim Ki Duk kokuyor. Sessizlik diğer filmlerine
nazaran biraz bozulmuş. Daha çok diyalog var. Öte yandan kamera
açılarında da farklılıklar var sanki. Kim Ki Duk biraz daha farklı
çekimler yapmaya yönelmiş ve başarılı da olmuş. Filmin sonunda
şaşırdığımı söyleyemem. Yönetmeninden dolayı zaten normal bir son
beklemiyordum. Mutlaka içime işleyecek bir son gelecekti, çok bariz bir
durum. Yine de Kim Ki Duk'un en acayip atmosferli intikam filmi Nabbeun
Namja'dır. O filmdeki havayı Pieta'da bulamadım. Oyunculukları beğendim.
Güney Kore filmlerinde mimiksizlikten yakınırım ben. Bunda baştan sona o
acı ifadesini aldım. Sayın Duk; şu yemek sahneleri olmasın lütfen her
filmde... Kültür farklılığı da bir yere kadar.
Hem savaş sonrası dönemi, hem de psikolojik bir gerilimi barındırması
filmi oldukça farklı ve zevkle izlenebilir kılmış. İzlemeden önce okumuş
olduğum yorumlar ve ismi beni Klass tarzı bir film beklentisine soktu.
Ancak Ondskan'ın Klass'ın yanında biraz daha soft kaldığını
söyleyebilirim. Filmin çok büyük bölümünde ne olacağına dair heyecanlı
bir bekleyiş var. Ancak son kısımlarda o heyecanımı kaybettim.
Beklentimin dışında bir son olduğunu kabul ediyorum, ancak filmin
güzelliğini bozduğunu söyleyemem. Erik'in göstermiş olduğu azim ve sabır
da takdire şayandı. Zevkle izledim, yine izlesem yine aynı zevki
alacağımı düşünüyorum.
Normal bir hayatı bu kadar normal anlattığı için midir bilemiyorum,
güzel film. Burada normalden kastım, gerçeğe çok yakın olması ve
herkesin sahip olabileceği iyi iş/kötü aile yaşamını sade ve güzel
anlatmasından ibaret. Filmde çok fazla markadan bahsedilmesi biraz
reklam kokusu sunsa da; dramın kalitesine etki ettiğini düşünmüyorum.
Filmin verdiği mesajlar da çok net ve düşündürücü. En sevdiğim ise;
Tartar sosu almaya giderken tartar sosunu unutmasını sağlayan o sahne :)
Eşinin istediği bir şeyi unutmak, üstelik öyle bir sebepten unutmak tam
erkek işi. Baba-Oğul ilişkileri de oldukça duygulandırıcıydı.
Adam Sandler da Don Cheadle da benim için çok iyi dram oyuncularıdır.
Komediyle özleşen oyuncular genelde dramatik rollerde harikalar yaratır.
Bunun için aklıma gelen diğer isimler; Jim Carrey ve Seth Rogen. Adam
Sandler daha önce Click'te de muazzam oynamıştı. Reign Over Me;
başladığı tempodan 1 dakika bile şaşmayan sarsıcı bir dram. 11 Eylül
saldırılarıyla alakalı çok film yapıldı ancak Reign Over Me tadında
yaklaşan çok fazla film de yok. Dostluk, belki vefa güdüsü; çok güzel
bir film ortaya çıkarmış.
Çerezlikleri sona bıraktım. Romantik komedi izleyesim vardı. E haliyle yüksek beklentiyle izlemedim.
Zaman zaman eğlendiren ortalama bir romantik komediydi. İstanbul sahnesi var diye izleyen hiç izlemesin, 3 saniyelik bir sahne. Filme puanım 6,
Catherine Zeta Jones'la birlikte 6,5. MILFciler sever bu filmi, ahahaha yaban çakalları sizi... Bu arada Justin Bartha = Faruk K.
Bariz çocuk filmi, ancak Tim Burton yine o büyülü ve fantastik dünyayı
çok güzel yansıtmış. Efektler, grafikler, sahneler muazzam. Helena
Bonham Carter sempatikliğin zirvesine çıkmış. Anne Hathaway benim
gözümde zaten her zaman White Quenn'dir. Hikaye çok bilindik olduğundan
merakla izlemedim, ancak Tim Burton'ın fantastik filmleri illa ki
kendini izletiyor. Oyuncu kadrosu da filmi unutulmaz kılan bir kadro.
Hayatta her şeyinizi kaybetseniz bile her zaman baştan başlamak için bir
şans vardır. Ama bence bu filmle değil... Will Ferrell'ın oyunculuğu
elbette izletiyor ama her zamanki eğlenceli filmlerinden biri değil. Maalesef "izlemeseniz de olur" diyeceğim.
Basit ve gereksiz bir film olmuş. Katherine Heigl için söyleyebileceğim
tek şey "oy oy oy!" olsa da; kariyerini bu tip filmlerle geçiştirmesine
de üzülüyorum. Romantik desen değil, komik desen hiç değil, macera desen
neresinde ? Başroldeki elemanı da pek gözüm tutmadı.
İzlerken zaman zaman sıkıldığım, sıradan bir gençlik filmi Cherry. Biraz
annelik duygusu var, biraz ergenlik, biraz da asosyallik... Yani çok da
alışılagelmişin dışında konular değil; klişe olarak bile
değerlendirilebilir.
Söz, 2013'te Lord Of The Rings'i izliyorum. Kesin izliyorum ya, banko izliyorum.
Yorum Gönder