11 saat önce
- Anasayfaya Dön »
- Sinema »
- Ne İzledim? #30
Yazan : steven_stiffler
11 Haziran 2013 Salı
Sinema sektöründe duraklama dönemim geçtiğimiz ayda da devam etti. Bir de üstüne şu son yaşanan tatsız olaylar eklenince insanda yaşama sevincine dair bir şey kalmıyor elbet. Benim gibi adamın hayat enerjisini sömürenler hesap verecek! (Siyasi sloganı keees) Neyse efendim, 6 film ile serinin 30. ayında devam edeceğim. Haziran ayı birkaç gündü r daha hareketli geçiyor, gelecek ay daha çok film yazabileceğimi tahmin ediyorum. Manşetteki kullanılacak sahne olarak Hugo'yu seçtim. Chloe Moretz sinemanın en tatlı kız çocuklarından biriydi, sinemanın en sevimli ergeni olarak kariyerine devam ediyor. Asa Butterfield kardeşimiz ise The Boy in the Stripped Pajamas'da gözyaşlarına boğmuştu. Hugo'da ise zaman zaman tebessüm ettiriyor. Canım kardeşim Asa...
Çok eğlenceli ve keyifli bir film... Tabi klişeliğini ve abartıldığını
bir yana bırakırsak. Oyuncu seçimleri çok iyi ama Oscarlık bir Jennifer
Lawrence göremedim. Fark yaratan bir oyunculuk performansı olduğunu
düşünmüyorum. Film öyle bir yerden başlıyor ki; Bradley Cooper
Limitless'da ilaçları bıraktığı yerden devam ediyor gibi... Robert De
Niro'nun da varlığı bu fikrimi tetikledi elbet. Başta söylediğim gibi
izlerken eğlendim, romantik yanı da var. Hikayede de biraz It's Kind Of A
Funny Story havası var. Dans sahnesine ise bayıldım. Bir de filmde herkesin dikkatini çeken Jennifer Lawrence'ın Kalçası.gif. Öyle bir kalçanın jpeg olması imkansız, çok net bir gif.
Beklentimin çok dışında gelişen bir film olduğunu söylemeliyim. Konusu hakkında çok detay okumadım. Beklentim; duvarlar arasında gizlice yaşayan sevimli bir çocuğun fantastik hikayesiydi. Filmde bunun çok daha fazlası var. İlk sahnede görselliği gözümüze sokuyorlar ve bu muhteşem görselliği filmin tamamına yaymayı başarmışlar. Görsellik olarak izlediklerim içinde en iyilerden olduğunu söyleyebilirim. Oyuncu seçimleri başarılı. Dünyanın en tatlı çocuk oyuncularından birisi zaten Chloe Moretz. Asa Butterfield da keza öyle. Hikaye de çok içten ve başarılı. Başta söylediğim gibi, fantastik bir hikaye bekliyordum ama sanatsal yanı daha ağır basıyor.
Sıfır bilim-kurgu. Daha çok Fantastik türünde değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu türde de çok başarılı olmadığı ortada. Bazı sahneler arasında kopukluklar yaşadım. Ne oldu, ne bitti anlayamadığım yerler oldu. Bu olumsuzlukların haricinden; çok güzel bir atmosferde geçtiğini ve görselliği beğendiğimi de olumlu tarafları olarak yazayım. Son yarım saati ise çok tahmin edilebilir şekilde ilerledi.
Saoirse Ronan; daha önce iki başrolünü izleyip hayran olduğum genç oyuncu.
1- The Lovely Bones'ta ölüyor, içsesiyle filmi yaşamaya devam ediyor. Müthiş oyunculuğu bir yana...
2- Hanna'da ise sürekli bir kaçış halinde ve oyunculuğu yine üst düzey.
The Host'ta ise bu iki filmin birleşiminden bir Saoirse Ronan çıkıyor. Yine kaçıyor ve yine bir içses söz konusu.
Çok gizli bir Joseph Gordon hayranıyım sanırım. Adamın neredeyse tüm filmlerini izlemişim. Net iyi oyuncu. Brick biraz karışık, biraz ödüllü bir film. Çok bilmeceli, bulmacalı bir film içerisinde çok zeki bir karakter
yaratılmış. Hikayenin nereye gideceğini tahmin etmek güç.
Anlaşılabilmesi için sakin kafayla izlenmesi gereken, senaryosu tatmin
edici bir hikaye.
Beklentimin çok dışında gelişen bir film olduğunu söylemeliyim. Konusu hakkında çok detay okumadım. Beklentim; duvarlar arasında gizlice yaşayan sevimli bir çocuğun fantastik hikayesiydi. Filmde bunun çok daha fazlası var. İlk sahnede görselliği gözümüze sokuyorlar ve bu muhteşem görselliği filmin tamamına yaymayı başarmışlar. Görsellik olarak izlediklerim içinde en iyilerden olduğunu söyleyebilirim. Oyuncu seçimleri başarılı. Dünyanın en tatlı çocuk oyuncularından birisi zaten Chloe Moretz. Asa Butterfield da keza öyle. Hikaye de çok içten ve başarılı. Başta söylediğim gibi, fantastik bir hikaye bekliyordum ama sanatsal yanı daha ağır basıyor.
Sıfır bilim-kurgu. Daha çok Fantastik türünde değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu türde de çok başarılı olmadığı ortada. Bazı sahneler arasında kopukluklar yaşadım. Ne oldu, ne bitti anlayamadığım yerler oldu. Bu olumsuzlukların haricinden; çok güzel bir atmosferde geçtiğini ve görselliği beğendiğimi de olumlu tarafları olarak yazayım. Son yarım saati ise çok tahmin edilebilir şekilde ilerledi.
Saoirse Ronan; daha önce iki başrolünü izleyip hayran olduğum genç oyuncu.
1- The Lovely Bones'ta ölüyor, içsesiyle filmi yaşamaya devam ediyor. Müthiş oyunculuğu bir yana...
2- Hanna'da ise sürekli bir kaçış halinde ve oyunculuğu yine üst düzey.
The Host'ta ise bu iki filmin birleşiminden bir Saoirse Ronan çıkıyor. Yine kaçıyor ve yine bir içses söz konusu.
Simon Pegg hayranlığım olmasa izlemezdim. Gerçek bir hikayenin kara
mizah aracılığıyla anlatılması ilginç olmuş ama komik olmamış. Ayrıca
Isla Fisher da sinemaya yakıştırmadığım kadın oyunculardan birisi.
Hareketli, eğlenceli, çerezlik bir haftasonu filmi olarak
değerlendirebilirim. Türünün diğer örneklerinden fazlası yok. Müzikleri
güzeldi.
Yorum Gönder