Yazan : steven_stiffler 1 Şubat 2011 Salı

Ocak ayı başında Aralık ayında izlediğim tüm filmleri yazarak yeni bir seriye başlamıştım. (Bkz. Ne İzledim? #Aralık) Bir ayı geride bırakmışken, bu seriyi devam ettireyim istedim. Geçen yazıda çok cacık filmler vardı. Bu ay daha kaliteli yapımları izlemişim, takdir ettim kendimi. Oscar törenine kadar aday filmlerden izlemediklerimi de izlemek istiyorum. The King's Speech epey sükse yaratacak gibi gözüküyor ama ne yalan söyleyeyim, hiç cezbetmedi beni o film. İzlemek pek içimden gelmiyor.

Buried (2010) - 7/10
Son dönemin popüler filmlerinden birisi... Hatta öyle popülerleşmiş ki; fantastik yönetmeniz Hamdi Alkan Arka Sıradakiler dizinde bu filmden esintiler sunmuş. Hatta ne esintisi lan, bire bir tabuta adam gömüp yanına telefon vermişler ahah. Ne saçma şey ya, görünce epey şaşırmıştım. Neyse konumuza dönelim... Bir oyuncu, bir tabut, bir cep telefonu (kameralı), bir çakmak, bir yılan, bir kalem ve bir kaç kişinin telefon sesiyle ancak bu kadar başarılı bir film yapılabilinir. Daha atraksiyonlu birşey bekliyordum aslında, siyasi mesaj içermeseymiş olurmuş. Ryan Reynolds'ın oyunculuğu da epey iyiydi. Bu elemanı pek sevmem ama pek çok filmini izlemişimdir. Malum Scarlett'in yavuklusuydu. Paul Conroy tabutun içinde kıpraştıkça, izlerken sizi daraltıyor. Özellikle son bölümlerinde epey gerildiğimi ve finalini beğendiğimi söyleyebilirim.

The Escapist (2008) - 5,5/10
"Hapishane filmidir" dedim. "Ne kadar kötü olabilir ki ?" dedim. Ama izlerken sıkıldım. Hapishane filmi olsun, Yılmaz Morgül oynasın; oturur izlerim. Seviyorum hapishane filmlerini. Bu filmin de Imdb puanı fena olmayınca beklentiye kapıldım. Yine belli bir izlenebilirliği var ama çok karışık. Bir baştan gösteriyor, bir sondan gösteriyor. Pek sarmadı beni, tavsiye etmem.


Mr. Nobody (2009) - 8,5/10
"Adamlar yapmış" diyebileceğimiz türden bir yapım. Requiem For a Dream'den tanıdığımız, ancak onun haricinde pek akılda kalan bir rolü olmayan Jared Leto'nun en iyi oyunculuğunu sergilediği film olabilir. Bay Hiçkimse'nin anne ve babası arasında seçim yapmak zorunda kalmasının doğurduğu sonsuz olasılığı mükemmel bir anlatımla sunmuş yönetmen. Bakmayın adamın Hiçkimse olduğuna... 3 tane sevgilisi var. Bu filmde pek çok tadı bir arada yakalayabilirsiniz. Bilim Kurgu var, hayat var, aşk var, felsefe var, dram var, macera var. Özellikle filmin başlangıcında Hiçkimse'nin bebek halinin anlatımları çok keyifli. Süresi çok uzun ama vaktin nasıl geçtiğini anlamazsınız.

Scott Pilgrim vs. The World (2010) - 7/10
Yılın en keyifli yapımlarından birisi. Sütoğlan tipli, ancak hayli aktif bir eleman olan Scott Pilgrim'in hayallerinin kadınıyla birlikte olabilmek için yedi ölümcül sevgiliyle rekabetini anlatıyor. Bu filmle çocukluğunuza döndüğünüz olacaktır. Scott'ın her sevgiliyle mücadelesi, bir atari oyununu andırıyor. Ayrıca bu filmi izledikten sonra herkes başroldeki hatunun ismini Google'e yazar. Hadi hadi utanmayın, ben de izler izlemez bloga fotoğraflarını koymuştum. Bkz. Mary Elizabeth Winstead

Le fabuleux destin d'Amélie Poulain (2001) - 6/10
Netoğlu net overrated bir film. Tamamen çerezlik sınıfında... Güzel olan tarafları elbette var. Mesela müzikleri müthiş, görsellik harika. Müzik ve görselliğin etkisine kapılıp da izlerseniz zaten kaptırıp gidiyorsunuz. Ben o etkiye çok kapılmadığım için Amelie'yi izlerken beklentilerimi karşılamadığını hissettim. Başlangıç çok sevimli ve sıcaktı. Ancak devamında Fransız filmlerinin tipik soğukluğundan buluyorsunuz. Hangi kızın sevgilisine böyle sürprizler yapmaya çalıştığı görülmüş? Modern ortam romantiği kızların sevdiği bir film.

Get Him To The Greek (2010) - 6/10
Biraz Hangover tarzı bir film olduğunu düşünüyorum. Komik olmayan ama eğlendiren komedi filmi. Zaten epey beğenilmiş. Russell Brand'in değişik bir aksanı var. Katy Perry'nin sevgilisiymiş gerçekte. Gereksiz bilgiye gel. Rock Yıldızı rolü yakışmış Russell Brand'e. Aldous Snow'un şarkıları da fena değil. İzlenebilitesi var. Haa bir de; Wicker Park'taki sümsük kızı burada daha oynak bir karakterde izlemek değişik bir tecrübe.

127 Hours (2010) - 6,5/10
Oscar ödüllerinde birkaç dalda aday gösterilen bir filme az puan mı verdim acaba diye düşünmedim değil. Ama yakın zaman önce Yvonne Strahovski'nin ilk filmi olan The Canyon'u izlemiştim. Yine bir doğa gezisinde başlarına çeşitli atraksiyonlar gelen bir çifti anlatan bir filmdi. Bu filmde de James Franco'nun kayalıklar arasında geçirdiği 127 saat anlatılıyor. Karakterin psikolojisi izleyene iyi yansıyor. Ancak; kol sıkıştıktan sonra film de sıkışıyor sanki. Sonunu da tahmin ettim, belki de ondandır düşük puan vermem.

You Again (2010) - 6,5/10
Esmer sevenler için Odette Yustman (benden başkası sevmesin!), sarışın sevenler için Kristen Bell güzelliği var filmde. Hollywood klişesi gibi gözükse de ben izlerken iyi vakit geçirdim. Aileyle de izlenebilir, öpüş kokuş sahnesi yok.

Eurotrip (2004) - 7/10
Entellerin sevdiği gençlik komedi filmi. Herkes biliyordur hemen hemen, çok keyifli bir yapımdır. İnternetten tanıştığı Alman hatunun peşinde Avrupa yoluna düşen Scott'ın ve panpasının başına gelen maceraları mizahi bir dille anlatıyor. Manchester United sahnesi ve papaz sahnesi favori sahnelerim. Bir de Scott'a yapılan şarkı çok güzel. Kristin Kreuk'ün de ufak bir rolü olduğunu hatırlatalım. İyi film ama bir Road Trip değil.

The Fall (2006) - 4/10
Benim için bir hayalkırıklığıydı. Hasta olup işe gidemediğim ve yatmaktan sıkıldığım bir gün tavsiyeler üzerine açtım izledim. Filmde mükemmel bir görsellik var. İnanılmaz renkli, kamerayı konuşturmuşlar adeta. Ancak o kadar. Konusu ve işlenişi çok sıkıcı. Hiç birşey yapmamaktansa bari şu filmi bitireyim diyerekten sonunu getirdim.

The Skeleton Key (2005) - 6,5/10
Beklediğimden çok daha iyi bir film izledim. Imdb puanını hakeden bir yapım. Aslında tipik bir gerilim filmi gidişatı vardı. Büyüler,esrarengizlikler,gizli odalar, ibnelik hangisinde diye düşündürmeler falan. Ama sonlarında hakikaten güzel bir gerilim var. Her ne kadar sonucu beğenmesem de; film izlenebilir.

Inception (2010) - 8/10
Yine uzun süresinden dolayı izlemeyi göze alamadığımdan beklettiğim bir film. Geçen yılın en sükse yaratan filmi. Özgün bir senaryosu, muazzam görselliği var. Ancak ben bu kadar kafa yoran yapımları pek favori listeme alamıyorum. Ne rüya,ne gerçek belli değil... Dolayısıyla izlerken çok zevk almadım. Ama oyuncu kadrosu, senaryosu, yönetmeni, görselliği yetiyor. Düşük puan vermek olmazdı.

Black Swan (2010) - 8/10
Bu filmle ilgili de epey önyargı besliyordum. Bale konulu bir filmi sonuna kadar izlediğime inanamıyorum. İşim olmaz pek baleyle falan... Abartılan, overrated bir film bekliyordum. Fakat sonunda oldukça etkilendiğimi söyleyeyim. Ödül alma konusunda The Social Network'ü bir adım önde görüyordum. Ancak Black Swan'i bir adım daha şanslı görmeye başladım. Natalie Portman'a özel bir sempatim yok. Hatta güzel bile bulmuyorum. Ama filmde öyle bir oynamış ki, hayran kaldım. Haa bu arada Mila Kunis'in de American Pscyho 2'den beri markajımda olduğunu söyleyeyim.

Blue Valentine (2010) - 7/10
Michelle Williams Oscar'a aday olmuş ama Ryan Gosling'i daha çok beğendim ben filmde. Mükemmel oynamış. Suratsız ve mutsuz bir kadın, onun bütün negatifliğine rağmen onu seven ve ilişkilerini ayakta tutmaya çalışan bir erkek. Güzel bir dram... Filmde nokta atışlık bir replik var Dean karakterini oynayan Ryan Gosling'ten;
Bilmiyorum. Bence erkekler,kadınlardan çok daha romantik. Biz evlendiğimizde, sadece tek bir kadına bağlı oluyoruz. Kayıtsız şartsız.Biriyle tanışıyoruz, "Eğer onunla evlenmezsem,aptalın tekiyim, o harika biri" diyoruz.Ama kadınlar, ihtimaller arasından en iyisini seçiyorlar.Evlenirlerken daima, acaba iyi işi var mı diye bakıyorlar. Hayatları boyunca durmadan beyaz atlı prenslerini arıyorlar...

...sonra da gidip, iyi işi olan biriyle evleniyorlar.

Kicking & Screaming (2005) - 6/10
Çok FM oynadığımdan mıdır nedir ? Var benim böyle fantezim... İleride yetenekli gençleri kanatlarım altına alıp, bir futbol okulu açmak istiyorum. Sene 2040ları bulur herhalde. Bu filmi açarken tek amacım iyi vakit geçirmekti. Haftasonu sabahları tvde yayınlanacak türde bir film. Böyle bir filmi izlemeye karar verdiğinizde pek beklentiniz de olmuyor. Daha başından giriş,gelişme,sonucunu tahmin ediyorsunuz. Maksat iyi vakit geçirmek... Bazı sahnelerinde epey güldüm. Byong-Sun çok sempatik bir veletti. Filmden istediğimi aldım.

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -