Yazan : steven_stiffler 12 Kasım 2011 Cumartesi

Her ay olduğu gibi yine kısa kısa, izlemiş olduğum film notlarımı yazacağım. Ekim ayında sinemada çok kaliteli bir yapım yoktu bence. Bunlardan en iyisi izlemiş olduğum Midnight in Paris olabilir sanırım. Kasım'da ise; en azından şu an vizyonda merak ettiğim bir "Immortals" olduğunu biliyorum. Elbet onu da izler, üç beş kelam ederiz.

Çok cacık bir film olan Dream House ile başlayayım. Yine bir arkadaşın zoruyla gittiğim bir korku-gizem türü. Aslında bu tür filmlerin sinemada izlenmesi insana birşey kazandırmaktan ziyade, zaman ve para kaybı olarak görülebilir. Yine de çok karalamayayım. Fragmanı fena değildi çünkü... Hani ilgimi çekmedi değil. Yalnız salondayken ve salondan çıkarken; Dream House kadar anlamsızdım. Rachel Weisz'ın diğer filmleri gibi bu filmini de beğenmedim. Korku filmi havası veren bir afişi olsa da, gizem-suç filmi demek daha doğru olur. Dolayısıyla bu da beklentiyi karşılamaması anlamına geliyor. Hani hikaye de öyle farklı, insanı içine çeken bir  hikaye değil... Klişelerden hallice.

Her ay bir Simon Pegg filmi izler, buraya yazarım. Simon Pegg ismi benim için başarı demek. Klişe bir konudan bile başarılı film çıkarmayı bilmek demek... Adamım Simon yine izleyenleri eğlendirecek bir performans sergilemiş. Filmin ismini yazmak biraz zahmetli olsa da, izlerken zamanın su gibi akıp geçtiğini söyleyebilirim. Megan Fox'u seksi, güzel bir hatun olarak bilirim. Ancak Transformers izlemediğimden oyunculuğu hakkında pek fikir sahibi değilim. Ha bu filmle beraber fikir sahibi oldum mu? Yine olmadım. Simon Pegg, Jeff Bridges gibi kaliteli isimler dışında; son günlerde gıdısıyla piyasada gözüken Kirsten Dunst var. Bir başarı hikayesinden başarılı bir film çıkarmak da tutarlı bir durum olsa gerek...

Sizi bilmem ama İspanyol sineması deyince benim aklıma ilk Javier Bardem, sonra da Guillermo Del Toro gelir. Ha bir de Malamadre reis var ama onun yeri her zaman ayrı. O İspanyol sinemasının çok üstünde bir üstadımız. Guillermo Del Toro deyince de, her filmde oluşturmayı başardığı kaliteli atmosfer gelir. Filmlerini izleyenler demek istediğimi anlayacaktır. Böyle karamsar, alacakaranlık bir atmosfer. Gerilim türünde olduğunu göz önüne alırsak, yeterli derecede insanı gerdiğini söyleyebiliriz sanırım. Bir de sonunu kestirememe durumu var. Filmi izlenebilir kılan en önemli etken olmalı bu da... Imdb'de küsüratlı puan veremediğimiz için 7 verdim. Ama geneli 6,5 eder yani; izlenebilir.

"Hop ne alaka?" demeyin. Hiç konusunu falan okumadan izledim. Son yıllarda çok kaliteli animasyonlar yapılıyor. Velet kardeşlerimizi hem güldürüyor, hem eğlendiriyor, hem de eğitiyor. Ancak Hop'un bizim veletlerimize öğreteceği pek birşey yok. Paskalya hikayeli bir film sonuçta... İzlerken sıkılmadım, kötü diyemem. Ama Kaley Cuoco ismi castte yazarken, filmde az gözükmesi beni derinden üzdü.

Çok eskiden izlemiştim ama değerlendirecek yaşta değildim. Tekrar izledim, çok keyifli bir film. Genel olarak hakim olan ağır ilerlediği düşüncesine de katılmıyorum. Her ânı dolu dolu bir film. Diyaloglarla bezenmiş filmleri çoğu zaman abartı bulurum. Ancak buradaki diyaloglar düşündürüyor ve keyif veriyor. Matt Damon ve Robin Williams'ın en iyi performanslarından biri olduğu zaten biliniyor. Ancak ben Ben Affleck'i de çok beğendim. 7,5/10 puan der ve bir Alex olmadığını da not düşerim.

Çok övdüler, meraklandım. Yönetmenin ve senaristin hayal gücüne hayran kaldım. Film bittiğinde "eee?!" diye bir duraksadım. Ancak film bittikten sonra çeşitli spoiler ve yorumları okuyunca anlatılmak istenen duyguyu daha net hissettim. İlginç bir eleştiri tarzı. Ruhsuzluk da çok güzel işlenmiş. Sevişirken bile ruhsuz davranan bir çift ve aşk acısı işlemeleri müthişti. Hatta hayatımda izlediğim en güzel aşk acısı tasviriydi. Açıkçası beklediğim gibi bir film de değildi. Yer yer çok sıkıldım. Ancak sinema bir sanatsa, bu filmin de sanatsal bir yönü var işte. 6 puan versem çok düşük olacak. Seyir zevki yüksek olmasa da film başarılı. 6,5'tan 7'ye tamamlıyorum notunu.

İzlemeden önce afişine ve oyuncularına baktım; 6 puan vereceğimi bilerek izledim. Bir solukta bitirdim. Klişe olsa da eğlenceli... Hamile sahnesine çok güldüm, Wedding Daze'in en güzel sahnesiydi. Bazen ben de hiç tanımadığım birine anlamsızca bağlanmak istiyorum. Çok duygusalım a dostlar! Sanki olmayacak şey de değil gibi...

Woody Allen ismi benim için çok şey ifade etmiyor. Genelde sıkıcı, sanatsal filmler yapan bir isim işte... Sanatsal film olayı her zaman bana göre olmuyor. Filmin yarısına kadar, tipik sıkıcı ilerleyen bir Woody Allen yapımı olduğunu düşündüm. Kapatmak elimde olan birşeydi ve her an kapatabilirdim. Direndim."Sanat filmi izlemek benim neyime?" diye düşünürken filme çok kapıldığımı farkettim. Özellikle sonlarına doğru inanılmaz keyif aldım. "Vicky Cristina Barcelona" filmini pek beğenmemiştim. Sadece Barcelona'nın güzellikleri ve Woody Allen'ın bu güzellikleri yansıtmasını başarılı bulmuştum. Bu filmde ise; Paris'in güzelliklerinin yanında ilginç bir konu işlemiş. Çok beğendim. Normalde özel bir beğenim olmayan Marion Cotillard da bu filmde çok çekiciydi ayrıca. Sıradışı, yaratıcı ve masalsı diybilirim. Zaten başlıkta bu filmden bir sahneyi kullanmam da bundandır!

Muazzam bir yönetmen ve baş karakter filmi. PT Anderson yönetmen koltuğunda şov yapmış. Her ne kadar favori oyuncularımdan olsa da, hep boş beleş komedi filmlerinin tanınan yüzü olan Adam Sandler; oyunculuğuyla sarsmış. Sıradışı bir anlatım, mükemmel kamera kullanımı, enfes senaryo. Filmi izlemeden önce okuduğum yorumların ister istemez etkisinde kaldım. Ancak izlerken herkese hitap etmeyen bir film olduğunu çabuk algıladım. Sıradışı bir anlatım derken gerçekten abartmıyorum. Böyle bir aşk anlatımı yok. Filme çabuk kapıldım, Barry karakterini müthiş oynayan Adam Sandler'ın bunda çok büyük var. Kesinlikle en sıradışı filmi olmuş kendisinin. Ardından da Click gelir zaten. Farklı, herkesin beğenmeyeceği, beğenenin çok beğeneceği; birşey anlamayanın hiç beğenmeyeceği bir film. "Orta karar" demek ve diyeni bulabilmek de güç diye düşünüyorum. 

Submarino hakkında çok olumlu fikir okudum. "Karizma abi" afişli filmler de genelde güzel olur zaten. Bu tezimi çürüttü Submarino. Çok sıkıldım. Sanata saygımdan sonuna kadar sabrettim. Beklediğime değmedi. Sonundan ya da herhangi bir yerinden diyeyim; hiç bir anlam çıkaramadım. İzlediğinize değmez.

Hep izlemek istediğim bu filmi neden bu kadar geç izlediğimi bilmiyorum. Çok sıradışı bir konusu olmamasına rağmen, günümüzde pek çok benzeri konu işlenmesine rağmen, çekildiği dönemden midir nedir; çok beğendim. Müthiş,yalın bir anlatımı var. Filmi güzel kılan şey sadece yalın anlatımı değil tabi ki. Oyunculuklar çok üst düzey. Robin Williams zaten bu rollerin adamı. Ancak genç oyuncuların uyumu da oldukça etkileyici. Özellikle Robert Sean Leonard'ın oyunculuğunu beğendim. Bu filmden sonra çok iyi yerlere gelememiş olmasını bir şanssızlık olarak görüyorum. Her saniyesi dolu bir yapım. 8/10 verdim ve favori filmler listeme de ekledim. Keşke "ânı yaşamak" bu kadar kolay olabilse be Robin Williams amcam...



Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -