Archive for Mart 2012

Fenerbahçe 75 - Galatasaray 67

Şu galibiyet sayesinde yaşamımdaki bütün stres ve çalkantıyı üzerimden atmış gibi hissediyorum. Siz çok yaşayın Potanın kraliçeleri. Sen çok yaşa Birsel Vardarlı!

Çok iyi olmayan Galatasaray karşısında Taurasi ve Prince'in skorer oyununu engelleyemeyince ilk yarıda oldukça zorlandık. Üstelik ilk yarıda yerlilerden katkı alamadık. Matovic iyi başladığı maçta devamını getiremedi. Angel erken faul problemine girdi. Penny ve Nevriye'den katkı alamadık. Galatasaray ise berbat guardı Işıl'a rağmen; Taurasi, Charles ve Prince ile skora gitmeyi başardı. Bizim en etkili oyuncumuz ise Zane Tamane'ydi. 44-36'lık skor ile soyunma odasına gittiğimizde dahi içimde kaybedeceğimize dair en ufak bir his yoktu.

İkinci yarı ekran başına geçtiğimde farkı eritmiştik bile... Yakaladığımız 18-4'lük müthiş seri ile öne geçtik. Bir daha da bırakmadık. İlk yarı her zamanki görüntüsünden uzak gözüken Birsel Vardarlı'nın devreye girmesi Galatasaray'a yetti bile... Zane Tamane'nin etkili oyununu sürdürmesi, Elina Babkina'nın da beklentinin üzerine çıkan etkili performansı maçı Fenerbahçe'ye getirdi. Penny Taylor'ın sakatlığından dolayı oyundan erken alınması, Esmeral'in kötü ötesi performansı bile Fenerbahçe'yi durdurmaya yetmedi. Zaten Birsel sazı ne zaman eline alsa Fenerbahçe'yi durdurmak o kadar imkansızlaşır. Bir de Birsel'i Işıl ile kıyaslar ki onu hiç sormayın.

Son çeyrekte takım halinde iyi oynadığımızı düşünüyorum. Uğruna çeşitli dümenler çevirdikleri Taurasi'nin bireysel oyunu da işimizi oldukça kolaylaştırdı. Bu kupa için iyi kadro kuran, onca para harcayan Galatasaray'ın hevesi yine kursağında kalırken; Fenerbahçe Avrupa'daki namağlup gidişatını sürdürdü. Bu muazzam tribünün hakkı bu galibiyetti. Tribünde ezerek başladığımız maçı, sahada ezerek bitirdik. Final için son bir maç var artık. Ondan sonra inşallah bir Avrupa Şampiyonluğu daha kutlayacağız. Fenerbahçe kadınları hem sahada, hem tribünde, her yerde...
29 Mart 2012 Perşembe
Yazan: steven_stiffler

CEV Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Fenerbahçe | Bu Sefer Oldu

İsmi lazım olmayan kişi 3-4 yıl önce bunun temellerini atmaya çalışmıştı. Hadi objektif olalım, atmıştı diyelim. O zamanki Fenerbahçe kadrosu ligde şampiyon olacak kalitede bir kadro değildi, ancak büyük bir direnç ve inanç ile şampiyon olmuştu. Ertesi yıl Avrupa'da ses getirecek takım kuruldu. Şüphesiz bu takımın en büyük kozu Ekaterina Gamova'ydı. Çok güzel bir adam, çok güzel bir hocamız; Jan de Brandt'ımız vardı. Cannes'daki dörtlü finalde kupayı kılpayı kaybettik. İşte pek çoğumuz ilk defa o gün voleybol için gözyaşı döktü.

Geçen sezon dörtlü final maçları evimizde, ayağımızın dibindeydi. Zaten voleybola ilgisi artan ve her maç salonda belli bir kitle oluşturan Fenerbahçe taraftarı için büyük bir nimet, bu sayede takım için de büyük bir avantajdı. Fenerbahçe'ye karşı her zaman ekstra hırsla oynayan Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom'a mucizevi bir şekilde kaybettik. Kupayı onlar kazandı. Az sayıdaki sözde taraftarlarıyla coşkuları bizimkisi kadar olamazdı.

Dörtlü finallerde üçüncü yılımızda yine en büyük favoriydi. Bu kez oldu, bu kez sevinçten ağladık! Son 3 yılda 3 Final Four'da da mücadele eden sadece Fenerbahçe. Bugünkü rakibimiz Cannes da ikinci kez Final Four'daydı. İyi takım ancak bizim seviyemizde değil. Büyüklerimiz; "Her işte bir hayır var" derler ya, işte öyle birşey... Acıbadem ile 2 yılda gelmeyen şampiyonluk, Universal ile 1 yılda geldi. Çok da güzel oldu, çok da keyifli oldu. Acıbademler, Universaller gider; Fenerbahçe kalır. Armanın Gururu diye bağrımıza bastığımız Sarı Meleklerimiz kupayı aldılar. Saat 01.00'de Sabiha Gökçen'de olacaklar.

Bu kadro ile kupayı alamamamız mucize olurdu. Kim Yeon Koung muazzam bir kazanç... Logan Tom büyük tecrübe, Sokolova da öyle. Naz ve Eda kendilerini inanılmaz geliştirdiler. Fabiana mükemmel oyuncu. Ze Roberto hâla gözümde bir Jan de Brandt değil ama iyi hoca. CEV ödüllerde yine saçmaladı. Nihan ve Fabiana'nın ödül alamamasına çok şaşırdım. Ayrıca katıldığı her Final Four'da ödülleri süpüren Gamova, bu kez Kim Yeon Koung'un gölgesinde kaldı. En güzel yanı; kupa Metris'e gidecek. Bugünü en çok hakeden insana...

Gururumuzsunuz Sarı Melekler! Şimdi dış hatları yakma zamanı...
25 Mart 2012 Pazar
Yazan: steven_stiffler

Fenerbahçe 1 - 0 Bursaspor | Halk Kahramanı Alex

Bu sezon 4. kez kadın ve çocuk taraftarların önüne çıktı Fenerbahçeli futbolcular. Her birinde ayrı bir ilgi, her biri ayrı bir şölen gibiydi. Kadın taraftarlar arasında kombine sahibi olanlar, evden de olsa her maçı takip edenler olduğu gibi; bu işe bu sezon yeni yeni kaptıranlar da var. Tecrübelendikçe işi daha da güzelleştiriyorlar ve büyütüyorlar. Pankartlar müthiş, #fatihteriming akımında verilen yara bantlı mesajlar enfes. Televizyondan izlerken gelen ses kötü olsa da bu şölen için katlanılabilir bence.

Fenerbahçe ligi kafasında bitirmiş bir takım görüntüsü çizse de; ben oyuncularımızın karakterlerinin buna uygun olduğunu düşünmüyorum. Tamam takımla iç içe değiliz ama en azından yıllardır bu formanın hakkını veren isimlerin sonuna kadar savaşacaklarını bilmek zor değil. Bursaspor iyi bir takım belki ama geçtiğimiz yılı mumla aratan bir görüntü çiziyorlar. Son 2 yıldır Fenerbahçe'nin serilerini bozan takımdı Bursaspor. Kadıköy'deki galibiyet serisine son vermişti ve geçen yıl Fenerbahçe tüm maçlarını kazanırken yine Kadıköy'den beraberlik çıkarmışlardı. Bu sezon da aynı beklentide geldiler. Seriyi bozmak için oynayacaklardı. Alex buna izin vermeyen isim oldu. Aykut Kocaman; Emre ve Gökhan'ı kesti. Bu biraz düşündürücü olsa da takım içinde sorun yaratacak bir detay olduğunu düşünmüyorum. Alex yine muazzam bir gol attı. Fenerbahçe tribünlerinde "Halkın Takımı Direniyor" pankartı vardı. Hep söylüyoruz; halkın takımı sezon başından beri direniyor. Halkın kahramanı ise Alex De Souza...

Kötü oyunla kazanmak çok önemli de, kötü oyun devamlı olunca taraftarın canı sıkılıyor. Orhan Şam iyi mücadele etti. Yaptığı hataya rağmen Yobo da çok iyiydi. Cristian sahada yokken, Stoch yine istediklerini yapamadı. Alex sadece golde değil maçın tamamında iyiydi. Bekir idare etti. Ziegler kötü görüntüsünü sürdürüyor. Selçuk da iyi oynadı diyebileceğimiz isimlerden... Sow etkisizdi, Bienvenu'ye istediklerini yapacak kadar süre kalmadı. Aykut Kocaman takıma "geri çekilin" diyecek bir hoca değil. Fenerbahçe'deki farklı bir dava, farklı bir fobi... Geçtiğimiz yıllarda da zaman zaman benzer, sebebi belirsiz olaylar gördük. Hepsini Aziz Yıldırım'ın soyunma odasına, Samandıra'ya inmesi çözüyordu. Şimdi o güç de olmadığı için, herşeyin altından kalkmaya çalışan Aykut Kocaman'ın yükü daha ağır...
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Fenerbahçe 2 - 2 Galatasaray | Olmadı be hocam...

Diego Lugano; "Fenerbahçe için derbi günleri bayram günüdür" demiş, doğru demiş. Benim için de öyledir. Hele ki Kadıköy'deki derbi günleri... Takımların durumu farketmezsizin heyecan illa ki oluyor. Bu maç öncesi puan farkının 9 olması, kazanıp farkı 6'ya indirme amacı benim için birşey ifade etmiyordu. Tek dileğim; tüm sezona bedel bu maçı farklı kazanmaktı. Takımıma güveniyordum, hala güveniyorum. Çünkü beklediğim Fenerbahçe, ilk 20 dakikada sahada olan ve kalan 70 dakikada da olabilecek Fenerbahçe'ydi.

Alex'in bu maç öncesi ne kadar hırslı olduğunu hissediyordum. Keza Volkan, Yobo, Gökhan ve Emre'nin de öyle... Stoch ve Sow'un gole yakın olduklarını ve heyecanlarını gözlemleyebiliyorduk. Maçın böyle başlamasıydı beni umutlandıran... Bu isimlere ekstra olarak müthiş hırslı bir Mehmet Topuz ve Cristian vardı sahada. Bakın Galatasaray iyi takım, ben de biliyorum. Orta sahada Selçuk İnan ve Melo ikilisi bizim Emre-Cristian ikilisinden daha etkili. Ben Kasım ayında Galatasaray şampiyon olacak demiştim. Lig eşit şartlarda oynansaydı belki hakedeceklerdi. Ama şu durumda hakettiklerini düşünmüyorum. Galatasaray'ın şampiyon olması malum senaryonun final sahnesidir. Bu demek değil ki; Galatasaray kötü takım. Kadroları çok iyi. İyi futbol oynuyorlar. Fakat bizim kadromuz da iyi. Hele ki bizim kadromuz ligde bu kadar kapanacak, skoru koruyacak bir kadro zaten değil... Aykut Kocaman'ı babam gibi, abim gibi severim. Çoğu zaman oyuncu değişikliklerini yerinde bulurum. Nasıl büyük bir insan olduğunu zaten belirtmeye gerek yok. Ancak Aykut hocamla uyuşmayan tek yanımız kafamızdaki Fenerbahçe futbolu profili. Takımı oynatmak istediği zaman benim düşündüğümden çok daha iyi oynatan bir hocayken, takımı kapattığı zaman Fenerbahçe profili yerle bir oluyor.

Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı Kadıköy'de yıllardır yeniyor olması futbolun bir cilvesi ya da bir tesadüf değil. O atmosferi yaşayan bilir, ki zaten Galatasaray futbolcuları da bunu zaman zaman dile getirir. Hasan Şaş'ın, Okan Buruk'un bu konuda açıklamaları vardı, onları örnek verebilirim. Yine öyle bir atmosfer hakimdi maçtan önce... Terslikler olmadı değil. Koreografi olayını Türkiye'de en iyi yapan Fenerbahçe emekçilerinin hazırladığı koreografinin iptal olması oldukça moral bozucuydu. Normal birşey, olabilir. Ama bu maçta olması gerçekten üzücüydü. Buna rağmen takımın motivasyonunun iyi olması, henüz 1. dakikada ilk pozisyonu bulması ve 15 dakikada gollerin gelmesi tribünü havaya soktu. Hem Sow'un, hem Alex'in golleri mükemmeldi. Stoch'un attıkları bir yana, bu sezon attığımız en iyi gollerdi. Bir üst paragrafta belirttiğim gibi Cristian ve Mehmet Topuz orta alanda inanılmaz basıyor, her topu alıyordu. Emre de öyleydi. Galatasaray'ın hücumda etkisiz kalması da Ziegler ve Gökhan'ın sık sık ileri çıkıp pozisyonların içerisinde yer almalarını sağlıyordu. Yobo gelen tek tuk atakları savuşturuyor, Volkan ve Serdar'a da pek iş düşmüyordu. Stoch istediklerini yapamayan tek adam gibi gözüküyordu. Biraz da özgüvenini yitirince ne yapacağını şaşırdı. Stoch çok güzel adam, çok iyi futbolcu da; kırılgan yapısı bazen oyununu inanılmaz etkiliyor. Ben takımın sarfettiği eforu görünce bir süre sonra yorulacaklarını ve tempoyu düşüreceklerini düşünmeye başladım. Bu araya bir 3.gol sığdırsaydık maç zaten bu hali almayacaktı. Biz atamadık. Galatasaray pozisyon bulmaya başladı ve en tehlikeli pozisyonlarında da Elmander golü attı. Serdar'a belki de ilk kez bu kadar iş düşmüşken adam kaçırması kendisi adına talihsizlik oldu. Elmander'in golü Galatasaray'ı oyuna dahil etti ve istediklerini yapmaya başladılar. Tipik bir Galatasaraylı düşüncesi vardır. Maçtan önce "Bu sefer yeneceğiz olm,asacağız,keseceğiz" derler. Golü yedikten sonra "bari fark olmasa!" düşüncesine dalıp giderler. Yine o düşünceyi dalıp gitmişken, Elmander'in golü hem takımı hayata döndürdü, hem de kural gereği tribüne gelemeyen taraftarını umutlandırdı.

Devre arasından sonra takımın toparlanacağını bekliyorduk. Fenerbahçe taraftarının bir Galatasaray derbisinde umutsuzluğa kapılması mucizedir. Yine kapılmadık. Fenerbahçe 35-45 dakikaları arası çok kimliksiz bir futbola bürünmüştü. Tek endişe kazara yiyeceğimiz bir goldü. İkinci yarı bu kimliksiz futbol anlayışı devam etti. İşte bizi endişeye düşüren de bu oldu. Aykut Kocaman hem büyük insan, hem büyük Fenerbahçeli, hem de iyi teknik direktör. Evet iyi teknik direktör! Kötü bir teknik direktör geçen sezon o takımı şampiyon yapamaz, bu sezonki kriz döneminde bu kadar iyi yönetemez, transfer dönemlerinde bu kadar isabetli oyuncular aldıramaz. Bu sefer olmayan birşey vardı. Eğer skor 2-0 iken ikinci yarı böyle kapanmayı düşünsek anlayabilirdim. Ama skor 2-1 iken, takımda yeterince gol atma iştahı da varken kapanmak çok anlamsız oldu be hocam... Puan durumu olarak baktığımızda kaybedeceğimiz hiç birşey de yoktu. Ayrıca Fenerbahçe zaten kapanmayı beceremiyor. Kapanmak adı altında orta saha bomboş kalıyor. Sow ile Alex ileride yalnız kalıyor ama onlara top atacak tek yöntem ileri top şişirme oluyor. Böyle dağınık oynarken Stoch'un oyundan alınması ve Selçuk'un oyuna girmesi maçın kaderini etkileyen en önemli hamle oldu. Maça müthiş başlayan Cristian ve Mehmet Topuz da oyundan düşünce işler tamamen Emre'ye kaldı. Oyun üstünlüğünü Galatasaray eline geçirdi. Fenerbahçe'nin futbol oynayamadığı barizdi. Herkes son dakikada direkten dönen topu konuşuyor. Ama ona kadar Galatasaray'ın kaçırdığı benzer netlikte pozisyonları var. Sow inanılmaz yoruldu ve takım atağa çıkarken bile ileri kaçmakta zorlandı. Alex de öyle... Stoch yokken hücum zaten zor. E savunmayı da pek iyi beceremiyorduk. Müdahale şarttı. Ligin ilk yarısında yedekten gelip skora etki edecek oyuncumuz yoktu. Şimdi ise; Dia,Bienvenu gibi isimler var. İkisi de geç oyuna alındı. Galatasaray pozisyonlara girerken gelmeyen saha içi müdahaleler hem takımı, hem tribünleri çok etkiledi. Göstere göstere golü yedik. Golden sonra hurrraaa hücum düşüncemiz bizi kurtaramadı. Galatasaraylılar her ne kadar direkten dönen topu konuşuyor olsa da; Cristian'ın volesi de en az o kadar tehlikeli bir pozisyondu. Muslera geçit vermedi. Maalesef ki; Aykut Kocaman hocam, canım hocam bu maçta sınıfta kaldı. Bize 2 puan kaybettirmedi. Psikolojik bir kayıp yaşattı.

Rüya gibi başladık, kabus gibi bitti. Tribünü terk ederken herkesin gözünde şampiyonluğu son maçta kaybetmişiz havası vardı. Herkes hayalkırıklığı yaşıyordu. Öte yandan Galatasaray'ın coşkusu vardı. 2-0 geriden gerip 2-2'yi kurtarmak kabul edilebilir bir durum elbet. Ancak Florya'da takımı karşılayan Galatasaray taraftarı bana samimi gelmiyor. Galatasaray taraftarı bu kadar takımına sahip çıkan bir profil çizseydi, geçen yıl da takımın yanında olurdu. Biz bu sezon Sivas'ta ilk mağlubiyetimizi aldığımızda bile takımı karşıladık. Yıl 2012... Türk Futbolu bitik. Türk Futbolu'nu bitiren herkesin düşündüğü gibi "Fenerbahçe'nin yaptığı iddia edilen şike" değil, Galatasaray'ın her şampiyonluğunda lobi tarafından iteklenmesi ve saf taraftarının bu oyunları gerçek zannedip çılgınca sevinmesi.
18 Mart 2012 Pazar
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Ne İzledim? #15

Şubat ayında izlediğim birbirinden cacık filmlerle tekrar buradayım. Cacık diyorum, çünkü gerçekten öyle. Her ay mutlaka kötü film izlediğim oluyor. Ancak bu sefer iş başka... Filmlerden doğru düzgün sahne bile seçemediğimden; Dan in Real Life'dan sıradan bir sahneyi kullandım. Steve Carrell güzel adam. Son zamanlardaki iş tempomdan dolayı çok film izleyemediğimi söylüyorum. Bu süreç devam ediyor. Bu yazıda izlediğim filmlerin çoğunu otobüste yolculuk esnasında izledim. Yıllar sonra Türkçe dublaj film izledim, garip duygu. Aslında  küçümsediğim kadar kötü değilmiş.

Zor bir film Trust... Bu filmde rol almak herhangi bir oyuncu için kolay olmasa gerek. Günümüzde yaşanabilecek, ebeveynlere ders verecek bir konuyu ele alıyor. Konusu gereği daha etkileyici olabilirdi. Bunun için de sanırım daha sert, daha vurucu sahneler gerekirdi. O yüzden vazgeçtim; böyle kalsın. Daha etkileyici olmasın. Çünkü şu haliyle de pek çok ders çıkarabilir. İnternet,teknoloji güzel de; bu tip durumlar da hayatın gerçeklerinden maalesef. Bu arada başroldeki Liana Liberato; Flipped filminin yıldızı Madeline Carroll'un fotokopisi resmen. İnanılmaz bir benzerlik. Fotoğraflarda değil belki ama filmde inanılmaz benziyorlar. Oyuncu isimlerine bakmasaydım, Liana'yı Madeline diye izlerdim.

Daha önce böyle bir filmin varlığından haberim yoktu. Çanakkale yolculuğu esnasında izledim. Yokluktan yani, bir amacı yok. Baktım kadroda Meg Ryan ve Kristen Bell var. Kristen Bell bana çok sempatik geliyor. Ergenler gibi bilgisayarımda duvar kağıdını falan kullandığım oluyor. Lakin genelde vasat filmlerde oynuyor. Filmi çok sıkıcı bulduğumu, sadece bir banyoda geçen vasat bir yapım olduğunu düşünüyorum. Bu filmi ancak kadınlar sever.

1982 versiyonunu izlemedim. Bunu da öyle aman aman beğenmedim. Aslında bu filmi bana izleten sadece oyuncu kadrosundaki iki isim. Birincisi; sevdiceğim, narin yarim Mary Elizabeth Winstead. İkincisi ise; Lost'un en karizma karakteri olan Mr.Eko... Konu fena değil lakin çok ilgimi çekmedi. Görsel efektler filmi kurtarıyor. Mr. Eko'yu ne özlemişim ya, çok esaslı Lost karakteriydi. Elindeki asasıyla ayrı bir karizması vardı. Adeta bir Joseph Yobo'ydu. Mary El desen bambaşka...

Canım benim...

Otobüslerde bunlar oluyor ne yapalım ? The Artist yayınladılar da biz mi izlemedik ? Türünün en vasat örneklerinden birisi. Bu ve bunun gibi onlarca film çekiliyor. Yolculukta yarım kaldı. Sonunu merak ettiğim için daha sonra bitirdim. Çok gereksiz. Ayrıca Türkçe ismini kim uyarladıysa saçmalamış. Tam tersi bir konusu var bence. 5 puan verdim. O da otobüs yolculuğumu sıkıcılıktan uzaklaştırabildiği için... Zaten Alec Baldwin'i de pek sevmem. Hele bu filmdeki Archie Knox karakterine ayrı bir uyuz oldum. Sarah Michelle Gellar da az sümsük değildi hani...

Hani şöyle bir konuyu okuduğumuzda çok farklı bir film olmadığını anlayabiliyoruz. Ancak, Steve Carrell faktörü filmi izlemek için yeterli bir sebep olabiliyor. Bizim geleneklerimize uymayan bir ilişkiyi barındırsa da; bir aile filmi aslında... Güldürme amacı güdülmemiş. Zaman zaman tebessüm ettiriyor. Ayrıca; You Again filmindeki Odette Yustman'dan sonra gördüğüm en sempatik dans eden oyuncu; Dan in Real Life'taki Emily Blunt... Emily Blunt'ı filmde çok az görüyoruz belki ama bana her zamankinden daha güzel geldi. Abi filmler o kadar cacıktı ki; hep hatunlar dikkatimi çekmiş.

Bak bu tam otobüs filmi işte. Tolgahan Sayışman'ı sırf Fenerbahçeli olduğundan ve Aşk Tutulması'nda rol aldığından severim. Bilmiyorum ama benim için minibüs yolculuğunda bile Fenerbahçeli yolcuların yeri ayrıdır ağalar. Bergüzar Korel'i beğenmedim, çok sırıtımş rolde. Filme hafiften Yeşilçam tadı vermeye çalışmışlar. Zaman zaman bunu başarmış gibi gözükseler de; genel olarak çok da yansıtabildiklerini düşünmüyorum. Bir iki sahnesinde güldüğüm bile oldu lan, demek çok canım sıkılmışsa...


8 Mart 2012 Perşembe
Yazan: steven_stiffler
Kategori :

Roma 1 - 2 Lazio | Lazio'nun Sezonu

Dünyanın futbol kalitesi en yüksek derbilerinden değil belki... Ancak rekabet ve sertlik olarak zirvede kendine yer bulabilir Derby Della Capitale...  Geçen yıl Roma'nın ligde ve kupada ezeli rakibine karşı aldığı üstünlüklere karşı; bu sezonun ilk maçında 90+'da Klose'nin golü Lazio'nun derbi galibiyet özlemini sonlandırmıştı. Ligdeki durumlar göz önüne alındığında ise; Lazio'nun hedefler dahilinde ilerlediğini, Roma'nın ise en azından Şampiyonlar Ligi umudunun bitmediğini görüyoruz.

Lazio bir kaç kötü maç çıkardıktan sonra Fiorentina galibiyetiyle nefes almıştı. Roma ise geçen hafta Atalanta'dan fark yiyerek derbinin önemini arttırmıştı. Maç erken gelen penaltı ve kırmızı kartla beraber tipik Roma Derbisi moduna girmeyi başardı. Yorumlar Klose'nin kendini attığı yönünde. Ben o kadar da net olduğunu düşünmüyorum. Tartışmaya açık bir penaltı... Ayrıca geçen sezon Roma'nın ucuz penaltıları da maçı Roma'ya kazandırmıştı. Hemen hemen her Roma derbisinde penaltı oluyor ve Lazio adına olduğunda Hernanes derbilerde gol atmış oluyor. Lazio taraftarlarının zaten sevdiği bir isim olan Hernanes, Roma'ya attığı goller sonrası taraftarın gözünde değerini katlıyor. Bir başka değerli isim tabi ki Stefano Mauri. Kaptan geçen sezon büyük oynamış ve Lazio'nun üst sıraları zorlamasında pay sahibi olmuştu. Bu yıl ise hem sakatlık sorunu yaşadı, hem de geçen sezonki performansından uzak kaldı. Ancak derbide attığı golle tüm sezonu kurtarabilecek bir hamle yaptı. Ben kalan maçlarda daha fazlasını vereceğini düşünüyorum. Güzel adamdır Mauri...

Roma bu sezon eksik kaldığı maçlarda hiç puan alamamış. Stekelenburg'un atılması Luis Enrique'nin pek çok planını etkilediği gibi, Lamela gibi ofansif bir gücünden yoksun kalmasını sağladı. Buna rağmen pes etmeyen bir Roma vardı. Totti olağanüstü işler yapmasa da; takımını her an sırtlayabileceğinin sinyallerini veriyordu. Golü son haftaların formda ismi Borini kaydetti. Roma'nın göstere göstere, geliyorum diye diye attığı bir goldü. Maç sonlarında Roma baskıyı arttırsa da Totti'nin kafa vuruşu dışında aman aman bir gol pozisyonu da bulamadı. Lazio'da senelerdir konu mankenliği görevini üstlenip, derbide sahaya onbirde çıkan Scaloni 86'da kırmızı kart gördü. Sayıların eşitlenmesi Roma'yı daha fazla motive etse de; Lazio'nun direncini kırmaya yetmedi.

Derbi demişken Lazio taraftarını göstermesek olmaz. Görüntü mükemmel... Lazio, Roma'yı deplasmanda 15 yıl sonra mağlup etti. Alttan gelen Napoli tehdidi varken kazanmak güzel oldu. Hele bir de Udinese'nin evinde puan kaybetmesi şahane oldu.
4 Mart 2012 Pazar
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Fenerbahçe 6 - 1 Gençlerbirliği | Teşekkür Pankartta Kalmadı

Bu sezon ligden ve futboldan zevk almadığımı her zaman dile getiriyorum. Fakat Fenerbahçe'nin taraftarla buluşması yaşananları az da olsa unutturup, futbolu güzel kılabiliyor. Kadıköy sokakları bu sezon bir maç gününe nazaran çok daha boştu. Soğuk havanın getirdiği bu boşluk tribüne de yansır diye çekindim. Yansımadı. Tribünler yine doluydu. Benim için kale arkalarının dolu olması da yetiyor. Futbolcularımızın özellikle deplasman performansıyla taraftarı üzdüğü şu günlerde, sahaya "Teşekkür" pankartıyla çıkması güzel bir jest ve gönül almaydı. Ben futbolcumun emeğine saygı duyuyorum. Onların da taraftarın emeğine saygı duyduğunu biliyorum. Dün akşam bu pankart ile bunu hep birlikte dile getirdiler. Bu pankarta yakışacak şey ise; Gençlerbirliği maçından itibaren başlayıp, lig bitene kadar geçen sezonki gibi mücadele göstermektir.

Fenerbahçe Kadıköy'deki maçlara her zaman psikolojik üstünlükle başlamıştır. Bu psikolojik üstünlüğü kullanıp skora gitmiştir. Bu kez buna gerek kalmadan, skor üstünlüğüyle başladı. Stoch o topa vurmak için hareketlendiğinde; "Vurur ama kaleyi tutmaz" gibi bir düşünce geçti kafamdan. O kadar güzel bir gol bizim ligin kalitesine fazla gelirdi. Deivid de o yüzden hep Şampiyonlar Ligi'nde atıyordu. Stoch attı, muazzam bir gol daha izletti. Stoch'un oyun tarzı daha çok deplasmana uyuyor gibi gözükse de, kendisi evimizde en büyük kozumuz oldu. Şu an Alex ile birlikte takımın da en büyük kozu. Muhtemelen sezon sonu da pek çok transfer teklifi alacaktır. İkinci gol ise Niang'ı hatırlattı bana... Geçen sezon Mehmet Topuz sağdan ortalamış, Niang ön direkte usta bir vuruşla Trabzonspor karşısında skoru 2-0 yapan golü atmıştı. Senaryo çok benziyordu. Mehmet sağdan ortaladı, ön direkte yine bir başka Senegalli Moussa Sow usta vuruşunu yaptı. Bu kez Gençlerbirliği karşısında skor 2-0 oldu. Sonra zaten rahatladık. Sahada ne yaptığı belli bile olmayan Gençlerbirliği'ne karşı da ilk yarıyı 3-0 önde bitirdik.

İkinci yarı biraz rölanti oynarız diye düşündüm. Aslında düşünmek değil de alışmak diyelim... Emre'nin golü kaleci Ramazan'ın uykularını kaçıracak şekildeydi. Ramazan transfer sezonunda Makedonya 2. Ligi'nden bir takımla anlaşabilir. Yoksa boşu boşuna cezaevinde yatma riski var. Stoch'a doyamadık, belki hat-trick de yapacaktı. Ancak Dia'ya da hasret kalmıştık. Ben Dia'nın Niang gittikten beri, 3 Temmuz'dan beri eskisi gibi içten gülmeyen yüzünün gülmesini özlemiştim. Ayrıca topu alıp, süratiyle rakip savunmayı delmesini hepimiz özlemişizdir. Gençlerbirliği maçı olurdu da; Alex'in gol atmaması zaten düşünülemezdi. Alex 5'i, Dia 6'yı attı. Daha da fazla olabilirdi. Tadında bıraktık. En azından 6-1 göstergeli skorbord oldukça anlamlıydı. Recep Niyaz'ın ilk kez Kadıköy'de lig maçına çıkması da gecenin anlamlı ânlarından biriydi.

Bu fotoğraf da benden olsun. Maça taraftara teşekkür pankartıyla çıkan Fenerbahçeli futbolcular, bu teşekkürü pankartta bırakmadı. Oynadıkları futbolla ve attıkları gollerle de teşekkür ettiler. Ben de bir taraftar olarak futbolcularımıza teşekkür ediyorum.
Yazan: steven_stiffler
Kategori : ,

Coeur De Pirate

Uzun zamandır paylaşmak istediğim bir ses var; Beatrice Martin. Yani sahne adıyla Coeur De Pirate. 1989 doğumlu, Kanadalı, tontiş, sevimli bir hatun olmasının yanı sıra hoş ve naif bir sese ve müzik yeteneğine sahip. Keşfettiğim 3 ay oldu. We Are Hunted müzik sitesinde keşfettim. O günlerde yazacaktım, lakin hep arada kaynadı gitti.

Coeur De Pirate'ın internette pek çok şarkı yorumunu bulabilirsiniz. Lakin kendi albümlerinde Fransızca şarkıları tercih ediyor. Şimdi; "herkes Fransa'yı protesto ederken, İddaa bile Fransa Ligi'ni bültenlere almazken sen gelmişsin Fransızca şarkılardan bahsediyorsun" diyeceksiniz. Fransızca dilini, filmlerini ve şarkılarını sevmeyen ben; Coeur De Pirate söylediğinde çok farklı bir zevk alıyorum. Bence Fransızca seven, sevmeyen bu hatuna bir kez olsun kulak vermeli.

İlk albümünü 2008'de çıkarmış. İkinci albümünü ise 2011'de çıkarmış. Ben 2011'in çıkış parçası olan Adieu ile keşfettim. Yine de 2008'de çıkardığı ilk albümü daha iyiymiş diyebilirim. Huzur veren bu sese kulak vermek isteyenler olabilir. Ya da ileride çok popüler olursa; "Ben çoktan keşfetmiştim eheheeh" falan derim.
Yazan: steven_stiffler
Kategori :

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -