Yazan : steven_stiffler 14 Ağustos 2012 Salı

Bazı filmleri izlemek için doğru zamanı beklemek gerekir ya; American Reunion da öyle oldu benim için. Vizyondayken niyetlendim, gidemedim. Daha sonra da tabi HD kalitede düşmesini bekledim. Çok sıkıldığım, gülmeye çok ihtiyacım olduğu bir zamanda izledim nihayet. Gerçi gülmek hangimizin ihtiyacı değil ki ? "Dişleriniz sapsarı değilse bol bol gülün, eğlenin, sevin, sevilin" sosyal mesajımı da verip filmlere geçeyim.

Puandan da anlaşılacağı üzere olumlu anlamda yazıyorum; beklentilerimi alt-üst etti. Başrold Hugh Jackman var tabi ama yine de bu kadar kaliteli ve seyir zevki yüksek bir film olduğunu tahmin etmemiştim. Robotlar ve efektler çok başarılı. Oyunculuklar da öyle... Lost'tan özlediğimiz Evangeline Lilly de var. Kevin Durand yine uyuz bir karakteri canlandırıyor ve insanı uyuz ediyor. Çocuk oyuncu çok iyi oynamış. Filmografisine baktım, küçük yaşına rağmen iyi yapımlarda oynamış. Tabi gelecekte çok daha iyi olabilir. Aksiyon adına son zamanlarda izlediğim en sağlam filmlerdendi. Çocuk da izleyebilir, yetişkin de... Baba-Oğul izlerse şükela olur. Ben babamla izlediğim filmleri pek hatırlamam mesela. Robocop vardı Robocop. Ha bir de filmin başında Hugh Jackman'ın canlandırdığı Charlie karakterine gider yapan bir kız çocuğu vardı; acayip tatlıydı lan.

Şu ağzıyla muhtemelen okul hayatında sınıfın en sevilmeyen inek kızı olması muhtemel ama şu haliyle çok sevimli be...

Son günlerin en popüler filmlerinden biri aslında... Duymayan varsa kendi ayıbı. İsminden dolayı Fransız filmi olduğunu aklımdan geçirmemiştim ama oyuncu isimlerini görür görmez anladım tabi. Fransız filmlerini pek sevmem, Amelie falan overrated. Intouchables ise o kadar hayat dolu bir film ki; intiharın eşiğindeyken izlesem vazgeçerim.Balotelli tipiyle sert bir görünüme sahip olan Driss'in, aslında renkli bir karakter olması ve Omar Sy'ın bunu canlandırmasına hayran kaldım. Hüzün ve mutluluğu bir arada buluyorsunuz. İzlediğim en iyi Fransız filmi. Gerçek bir hikayeden alıntı olan filmde; iki karakter birbirinin yaşama şeklini etkiliyor. Bu arada Omar Sy'ın gırtlağı da tipik siyahi gırtlağı. Caz falan söyler çok rahat...

Anna Faris'ten ve afişten dolayı bir Hollywood komedi klişesi bekliyordum. Hâla klişeymiş gibi geliyor belki de ama anlam veremediğim bir keyif aldım filmden. Şüphesiz bunda 80lerin enfes müziklerinin kullanılmasının payı büyük. Dans sahnesi American Wedding'ten özenti olsa da; kahkaha attığım tek sahneydi. Çerezlik bir film diye izlemeye başladım ama gerçekten çok beğendim. Teresa Palmer için diyeceğim; Kristen Stewart'ın sarışın hali. Başrol kadrosu beni pek tatmin etmese de; oyunculukları da iyi buldum. Önyargılarımda yanıldım ve komedi izlemek izleyenlere Take Me Home Tonight'ı rahatlıkla tavsiye edebilirim.

Çok özlemişim. Müthiş zevkle izledim. Yine çok güldüm. Stifler'ın sahneleri yine efsaneydi. İlk filmlerde "olsa da olur olmasa da..." dediğim Kevin karakteri bu filme cuk oturmuş. Güldüm ve eğlendim, pastanın son dilimi yine müthiş olmuş. Yalnız; Mena Suvari hala güzel ve zarifken, Tara Reid bitmiş. Tabi bir de Oktay Derelioğlu'na sormak lazım. Filmde ilk üç filmden esintiler olması da çok şahaneydi. Oz'un üçüncü filmde olmamasına kadar değinilmiş, detay ve özetli esintiler sunulmuş. Hüzünle karışık izledim ya... Çok beğendim, 9/10 ile favoriler listeme ekledim.

Özgün bir film olmuş. 10 milyon dolarlık bütçeyle iyi iş çıkarmışlar. Çok fazla siyasi mesaj içeriyor ve bunların çoğu yerinde... Ancak sorun şu ki; çok fazla siyasi mesaj içeren filmler beni zaman zaman sıkıyor. Komedi olarak kahkalar attırmıyor belki ama güldürürken düşündüren sahneleri var. Sadece Kuzey Kore sahnesinde kahkaha attım, o sahnede herkes atıyordu zaten...

Jonah Hill'in başarılı işlerinden biri... Öyle ki; ben çok sıradışı bulmasam da, film hakkında pek çok övgü ve beğeni okuyabilirsiniz. Filmdeki ikili bana; Simon Pegg ve Nick Frost'un Hot Fuzz filminde canlandırdığı ikiliyi anımsattı. Yer yer güldüren sahneler mevcut. Son yıllarda çok güldüren filmler izlemek zaten zor. O yüzden; 21 Jump Street kurtarmış diyebilirim. Filmin sonundaki sürpriz isim ise gerçekten şaşırttı. Çünkü Castte ismi yazmıyor ve konuyla ilgili reklamı da yok. 6,5'tan 7 puana tamamlanabilir.

Fatih Akın'ı çok sevdiğimi her fırsatta dile getiririm. Gegen Die Wand'i bunca zaman izlememe sebebim Sibel Kekilli önyargımdı. Önyargılarımı bir kenara bırakıp sakin bir kafayla izledim de; çok iyi be! Fatih Akın'ın filmlerinde genelde çarpık ilişkiler oluyor ve ben bu tip ilişkilerin olduğu filmlere dört dörtlük diyemiyorum. Çok etkisinde kaldığım doğrudur. Müthiş müzik seçimleriyle filmin etkisinde kaldım ve hatırladıkça aklıma şarkılar da gelecek. Birol Ünel'in kanlı kanlı oynadığı sahne filmdeki performansının tavan yaptığı sahnedir. Fatih Akın büyük reis, Sibel Kekilli de gerçekten iyi oynamış ama filmin yıldızı şüphesiz ki Birol Ünel. Erotik sahnelere çok takılmadım, bu filmde olması gerekiyormuş; olmuş. Filmde sevemediğim en önemli detay; Meltem Cumbul. Sevmiyorum, sevemiyorum. Çok ağır dram, çok da etkileyici.. Bir Iag Bari klibi var ki; öyle neşeli bir müzik bile sahnelerle birleştiğinde içimi parçalıyor. İzledikten sonra haykırmak istedim, hâla düşündükçe haykırasım geliyor.

Klişe olmamasını sevdim. Romantik/Komedi demeyelim de; direkt romantik diyelim biz buna. Sonunun tahmin ettiğim gibi çıkmamasına artı puan verdim. Yer yer ufak tefek sıkılmalarım da olmadı değil... Sevgiliyle izlenebilecek filmler kategorisine girer.

Eğlenceli, sevimli bir Kore filmi. Belki Hollywood filmi olsaydı puanları bu kadar yüksek olmazdı. Çocuk oyuncu çok sevimliydi. Zaten güldüren de onun sahneleriydi. Çerezlik.

Tozlu Sayfalar

Öne Çıkan Yayın

Verona ile Kasıp Kavurduk - FM 2017

Çoluk çocuk sahibi olacak yaşa geldim ama hala Football Manager geleneğini sürdürmekten büyük keyif alıyorum. Benim için bu geleneklerden...

Takip Ettiklerim

Kategoriler

Yazar Kafe

Translator

- Copyright © Serkan Özerik -